Kadın her yerde kadın olsa da çilesi ve cefası ayrıdır. Anadolu’da kadın olmak çok zordur. Çünkü sefa ne gezer. Çek babam çek, sarı öküzün boyunduruğuna takılan yük gibi çek dünyanın kahrını. Var mı bunun başka yolu! Boynunun borcudur senin. Kadın olarak senin gücünü aşsa bile, yaradılışının temelinde vardır fedakârlık. Kutsal görevindir senin, bırak çocuğunun anası olmayı, eşinin de annesi gibi eşine de şefkat göstermelisin sen. Belki de sevgi duygusudur birlikte yaşamı kolay yapan. Anadolu da kadın evde de, işte de eşiyle beraberdir. Her yaşta kadınlarımız eşiyle omuz omuza, sırt sırta verir ve kendine çok güvenirler.

Evde hem annedir, hem vefalı eş hem de evin temeli ve saygılı gelinidir. El pençe durur herkesin karşısında. Tarlada işçidir, ırgattır. Evde kadın gibi kadındır. Sarı öküz öldü mü, cilga ile tarlayı sürerken boyunduruğa verirdi boynunu.

İşte bizim kadınlarımız. Zamanın koşullarına göre kadının dudağının görülmesi ayıptı. Saygılı kadın burnundan yaşmak indirmezdi. En ağır görev olan gelinlik etmeyi becerirse ve yıllarca ak beyaz oyalı tülbendin arkasında suskun dudaklarının yerine, gönlünün sesini mahzun bakışlarıyla hissettirirse ve tüm sitemlere inat rekor kırarsa, inan kayınbaba ve kayınvalide geline hediye olarak sarı ineği bile verirlerdi. Demek ki annem bu rekoru kırmış olmalı ki anneme koca camızı vermişlerdi. Ama annem eliyle itmişti. İtaatin ve asaletin bedeli olmaz diye!

Annem yaşmağı indirince, gördüm ki annemin ağzı, inci gibi dişleri ve dili de varmış. Üstelik sağırda değilmiş. Sesi ne güzelmiş. Yanık sesiyle inceden inceye tüten baca gibi nazlı nazlı türkü söylerdi güzel annem. Dedemlerden ayrılıp kendi evi olunca 15 yıl sonra indirmişti yaşmağı…

Bebeleri ölünce ölüsünü bile ayıptır diye son kez dahi olsa kucaklayamayıp, yüreklerine taş basan tıpkı annem gibi gönlü ezik kadınlar. Sadece kadınlar mı eşleri de aynı kaderi paylaşırdı o devirde. Büyüklerin yanında çocuğun ne dirisine nede ölüsüne sahip çıkamazlardı. Çocuklarını tek başına ebesiz doğurmak zorunda kalan kadınlar.
Dedim ya Anadolu kırsalında kadın olmak çok zordur diye. Kar borandır her yan. Karakışın tam ortasında zemheride nur topu gibi çocuklar doğururlar. Yinede kalkar evinin aşını pişirir ve ocağına tezeğini atarlardı. Ahırda ineğini sağar, yine de ışıl ışıldır gözleri. Bir eli tahta beşikte, bir elide teknedeki hamurdadır.

Çileli yüreği yanık kadınlar, bir tebessüm için, paçalı güvercinler misali bin takla atan kadınlar. Yüreği sevda dolu hisli kadınlar. Bütün zorluklara rağmen, hala kışın kar çiçeği, bahar dalı gibi, inadına açan kadınlar. Bizim kadınlarımız. Alışıktır üzülmeye, hazırdır terk edilmeye, sadık vefalı, hem anne, hem eş, hem sevgili, hem de dost olmayı bilen kadınlarımız.
Birde başka kadınlarımız var. Onlarda yüreklerinde yine saf temiz kadınlardır. Gel gör ki feleğin sillesini yemiş, rotasını kaybeden gemi, ya da Çoban yıldız olmadığı için yönün kaybeden kervan gibi, hele de bezirgân başı da kayıpsa kaybolur kızgın çöllerdeki kervan gibi. Çizgiden çıkan saf kadınlarımız.

Anadolu kadınları küçük ilkokul çağında bile olsa bir erkek çocuğu, ya efendi ya da bey diye çağırırlardı. Annem hep derdi ki :
’Bakma sen onun küçük olmasına yarın boy atar delikanlı, erkek olur. Sen ise hala yerinde sayarsın. Şimdiden büyüsün daha iyidir. Erkek her zaman her yerde erkektir’ diye.

Hey dünya hey! Kadının adının olmadığı gibi büyüklerin yanında kocanın da adı olmazdı. Eşine bile doğru düzgün hitap etmek ne mümkündü!

‘Şist bana bak, hey sen misin, çocukların babası vs’.
Gibi kayda değer olmayan tanımlamalarla hitap ederlerdi. Zaten büyüklerin yanında konuştukları mı vardı ki ne diyeceklerini bilsinler. Yaşmağı buruna kadar çekili ve suskun kadınlar. Acaba bu onore olmak mı yoksa geleneklerin ağırlığı altında ezilmek mi …?




Kınalı kadınlar ve kınalı keklikler… Ne kadar masum bakarlar insanın yüzüne. Keklikler kışın kara saplanıp kalmışken ellerinle tek tek toplarsın. Farkında olmadığın alışık tavrınla zalimce hain ellerinle tek bir hareketle koparıp atarsın başını karlar üstüne. Acımasız kışa inat aç haliyle bile öyle coşkulu bir sesle sular gibi çağıldar ki o yanık sese için yanar. Ya şimdi hepsi aç ve uçmak isterken saplanmışlardır diz boyu kara. Çoğu da geceden donmuşlardır. Tüm köylü çuvallar ellerde, karda keklik toplamaya çıkmıştır. Kimin umurundadır kekliğin ağıdı .Bir türküde sen tuttursun…

Keklik dağlarda çağıldar
Yavrum diye diye ağlar
Günden güne yese dağlar
Görenlerin bağrı yanar


Ağlıyor, kınalı keklik ağlıyor. Tek tek kopan başları gördükçe onu feryat ettiren yüreğinin yangısıdır. Acaba eşimi, yavrusu mu, dostumu, kimdi kopuk başıyla çuvala konan. Kekliklerin şanslı olanları da vardır. Başları kesik kekliklerle beraber canlı canlı çuvala konurlar ve sonra kafese koyup ötmelerini dinlemek için beslenirler.

Bir bahar olmaya görsün çoğu kez dağlarda keklik sesleri yankı yapar. Sanırsın ki doğanın en güzel müziği çalıyor gibi keyiflidir. Mevsim bahardır gönlü hoştur. Çalılıkların arasından kocaman bir koloni gibi yavrularıyla beraber uçmaya çıkmıştır. Kanat çırparken türküleri daha hoş olur.

Kadınlarımız keklik gibi şakıyarak baharda karlar çözülmeye görsün kar altından kardelenler gibi fışkırırlar. Siz kardelenleri bilir misiniz? Kaya diplerinde azıcık güneş görünce açarlar. Hem sevinç hem de acı yakınca yüreklerini hüzün gözyaşları dökülür tek tek o mahmur bakışlı gözlerinden.…

Kara kazana doldurdukları ve su için erittikleri karı toplarken buz kesen parmaklarını ağızlarına sokarlar. Bazen de saçlarını ovuşturarak ısıtırlar. Kınalı keklikler, kardelenler ve cefalı çileli vefalı Anadolu kadınları… Onca kalabalık aile içinde yüreklerinin sesini türkü diye söyleyen, kaya diplerinde azıcık güneşle ısınırken volkanlar gibi yürekleri sevgi ateşi saçan kadınlarımız, bizim kadınlarımız.

Yağmur bulutu gibi sevgi yağdırırlar. Başkaları için yaşarlar. Farkına varamadan gencecik ömürlerini tüketirler. Vakur başlı gururlu kadınlarımız. Hürriyete kavuşmak için evlenen ama köle olan kadınlarımız. Daha 13 nü bilemedin 14 ünde, sevmeyi, erkeğini bilmeyen, körpe kadınlarımız. Bakın utanmadan öneri paketi sunuluyordu evlenme yaşı 14 olsun diye…Saf bir aşk için diri diri toprağa gömülen genç kızlarımız. Çocuklukları ellerinden alınan, çalınan kızlarımız, kadınlarımız. Kırılgan, alıngan güzel kadınlar, uğradıkları her haksızlığa, hala prizma gibi ışık yansıdan kadınlar… Kınalı keklik gibi alımlı kadınlarımız.

Birçoğu bir kafeste kınalı keklik gibi tutsaktırlar. İpeklenmiş tüyleri gibi onlarda kına yakarak saçlarına geceleri bile eşlerinin bakmadığı ipek saclarını tarar gezerler. Haksızlık karşısında yenemezlerse öfkelerini ipek saçlarını yolar gezerler. Kadın dağlara hükmedecek güçte bile olsa, erkeğe olan güveni, saygısını hissettirmek için, sönmüş yıldızın solgun ışığında bile güneşe bakar gibi güç almayı bilecek kadar zekidir. Kendini hep aşağı çekecek kadar alçak gönüllüdür.

Kadınlarımız Anadolu’nun kınalı keklikleri gibidirler. Yanakta ve gerdanlarında benleri yoksa ben yapmak için boyaları yoksa kazan karasını, yanmış fındıkla koyarlar yanaklarına ben diye. Solmuş dudak ve tenlerini başlarındaki çitin pembesiyle boyayan süslü kadınlarımız.

Kadınlar kafesteki tutsak kadınlar, gecenin halojen ışıklarının gölgesinde ellerindeki kadehin sarhoşluğu ile kendini özgür hisseden, ne de kristal bir biblo gibi süslenmiş çıt kırılmış kadınlar gibi değillerdir. Anadolu kadını kınalı keklikler :ONLARIN BEDENLERİ TUTSAK, RUHLARI ÖZGÜRDÜR/ümran özlük14.05.2010 Ankara



Her gece kim bilir nelere gebedir, bir bilen olsa keşke.
Belki de ne günahlar işleniyordur ,duru çayların sularında yada kırk tas su ile dahi aklanmayan


Oltu ve yöresinde Kınalı keklik bir sembol gibidir.Her kadın ona benzemek için saçını ve ellerini kınalar.(2008 ülküteyze)
( Kınalı Keklik Ve Anadolu Kadınları başlıklı yazı Ümran ÖZLÜK tarafından 6.05.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu