Mehmet amcanın eşi Zehra kadın çocuklarının çocuklarına bakmak için yaşlı olmasına rağmen eşi Mehmet amcayı kasabada yalnız bırakarak şehirde küçük bir memur olan birici oğlunun eşi de çalıştığından oğlunun çocuklarına bakmak için oğlunun yanına yerleşmişti.
Mehmet amca artık kasabada yalnızdı, ve çok eski deden miras kalma evde kasabada oturuyor iyi kötü oturduğu kasabada çalışıp kendine çevresindeki komşularının da yardımı ile bakıyordu.
Ama Mehmet amca bu yaşlı haliyle tek başına çalışıp geçinmesi ve evde tek başına yemek yapması bulaşık yıkayıp çalışmadığı iş olmadığı zamanlarda günlerini kahvehane köşelerinde geçirmesi onu oldukça yıpratıyordu. Ama yine de Mehmet amca hayatından memnundu, çünkü onun babadan kalma eski bir evi ve birkaç da ekip biçebileceği içinde çeşitli meyve ağaçlarının bulunduğu birkaç bahçelerin var olması ona hayat veriyordu toprak onu kasabaya bağlıyordu. Ekiyor biçiyor harman ediyor, kaldırdığı mahsul ile de geçinip gidiyordu.
Mehmet amca artık çalışamayacak kadar bir haylı yaşlanmıştı ve kendisine bakacak gücü kuvveti kalmamıştı bahçeleri bir gün ucuz bir fiyata sattı ve elinde avucunda biriktirdiği parayı da alarak,eşinin ve çocuklarının bulunduğu kente giderek bir ev kiraladı ve eşini de yanına alarak artık beraber yaşamaya başladı.
Ne var ki hem yaşı ilerlemiş hem de yıllarca yalnız yaşamanın verdiği zdırap dolu günler bunu önceden çok yormuştu her ne kadar artık yalnızlıktan kurtulsa da artık onun için vakit çok geçti ve nihayet hazan vakti gelmişti hazan günlerinin ağırlı getirdiği hastalıklar olanca ağırlığıyla üzerine çökmüştü.
Mehmet amcanın yaşlılık anında tutulduğu kötü hastalığa dayanacak gücü de kalmamış bir gece ansızın Hak’ ın rahmetine kavuşmuştu.
Şimdi eşi kiralık olan şehirdeki evde yapayalnızdı ve o da yaşlıydı üstelik kirayı ödeyecek geliri de yoktu.
Eşinin memlekette satıp savdığı bahçelerin parası ise hastane masrafı ilaç parası derken çoktan bitmişti.
Zehra kadının artık az bir maaşla devlet dairesinde çalışan oğlunun yanından başka sığınacak bir yeri de yoktu.
Oğlu insaflı iyi kalpli biriydi kiralık evinde yapayalnız kalan annesine sahip çıkmak istiyor ve artık annesinin kendisiyle beraber yaşamasını istiyordu.
Gelin Fatma kadın ise buna karşıydı eşinin annesinin yani yaşlı Zehra kadının yanlarında yaşamasını istemiyordu,ve evde yeterince kalabalık olduklarını ve gelirlerinin de harcamalara yetmeyeceğini bir boğazı daha idare etmeyeceğini düşünüyordu onun kasabaya akrabalarının yanına dönmesini istiyordu.
Ama bunlara rağmen Zehra teyzenin oğlu yalnız kalan annesini bırakmak istemedi ve yanına almak istedi.
Bir gün iş çıkışı eve vardığında durumu eşine açtı annesini yanına getireceğini evde ona devamlı kalacağı bir oda ayarlamasını istedi.
İşte o zaman evde kıyamet koptu ve kavga başladı gelin kaynanasına bakmak istemiyor onu evde istemiyordu. Oysa daha önce yıllarca kalmış ve onu çocuklarına bakmıştı. Çocuklar şimdi büyümüş kendi kendini idare edecek çağa gelince ona ihtiyacı olmadığını düşünüyordu onun başının çaresine bakmasını istiyordu.
Evlerinde kalacağı boş bir odanın olmadığını bahane ediyor ve çocuklarına da ikide bir sorarak öyle değil mi oğlum diyordu.
Çocuklar da sanki önceden anneleriyle ağız birliği etmişçesine annelerinden taraf oluyordu evet baba o babaannem bize gelir de yerleşirse biz nasıl derslerimizi yapacağız saten odamız küçük sonra bize harçlık da veremiyorsun çok zaman biz iyice kalabalılaşacağız nasıl geçineceğiz deyip duruyorlardı.
İşte bu kavganın tam ortasındayken, oğlunun evine gelen Zehra kadın evin önüne geldi ve Zehra kadın içerden gelen sesleri duydu duvara yaslanıp pencerenin dibinden gizlice hep konuşanları dinledi, dinledi.
Zehra kadının son ümidi de yok olmuştu artık sığınabileceği bir evi de yoktu, evine dönse ev sahibi evden çıkması için durmadan sıkıştırıyordu ve ne yapacağına karar verememiş bir halde üzüntülü, üzüntülü yürümeye başladı.
Bir adam arabasıyla geçerken bunu gördü ve arabasını yolun kenarına çekip arabadan indi ve Zehra kadına yaklaştı.
-Teyze bir derdin mi var ki çok dalgın yürüyorsun bak nerdeyse arabanın altında kalacaktın biraz dikkat etmez ‘misin?
Dedi.
Zehra kadın üzüntülüydü ve ağlıyordu, adam onu orada biraz teselli etti ve onu oradan alarak evine götürdü yedirdi içirdi ve bir daha da bırakmadı.
Zehra kadın sığınabileceği ve devamlı kalabileceği yeni bir yuva bulmuştu,ve yeni bulduğu yuvanın sahibini oğlundan çok sevmeye başlamıştı.
Bu evde de, evin küçük kızına bakıcılık yaparak yaşamaya başladı, ama ev sahipleri Zehra kadını o kadar çok sevdiler ki onu kendi anneleri gibi görüyorlardı bir dediklerini iki etmiyorlardı.
Zehra kadın buradaki yeni hayatından memnundu, ev sahibi adam küçük bir esnaf olmasına rağmen ve zar zor idare etmesine rağmen buna eşiyle birlikte kucak açmış ona aş iş vermişti ve onu giydirip içirip üst yeni başla da kuşatmıştı.
Zehra kadının oğlu ise annesinin eve yerleşmesine mani olan aksi eşinin sözlerine uymuş yuvam bozulmasın diye, annesinin yeni yerindeki rahatını da görünce pek aramıyor sadece arada bir gelip geçerken halini hatırını soruyordu.
Zehra kadın yerinde varlığı eve bereket getirmişti, küçük bir esnaf olan yeni ev sahibi işini büyütmüş ve çabucak zengin olmuştu.
Ama buna karşılık oğlunun durumu hiç iyi gitmiyordu, günden güne fakirleşiyor ve borç içinde yüzüyordu. Kredi borçlarını ödeyemez hale gelmişti.
İki de bir onun evine icra memurları geliyor maaşının desen yarısı nerdeyse icra kesintilerine gidiyordu.
Bir gün annesine uğradı, ve başına gelenleri ve içinde bulunduğu zor durumunu annesine anlattı.
Çok borcu olduğunu, zor durumda olduğunu bunu ödeyebilmek için de kasabada kalan harebe halindeki deden kalma evini gidip satacağını söylüyordu.
Annesi buna karşı çıktı o ev harabede olsa bana babamdan yadigar kaldı ne olur ne olmaz bir gün döner giderim harabede olsa gider içinde ölürüm dedi.
Ama illa da o evi bir gün satmak istiyorsan ve onun parasıyla karının yaptığı borçları ödemek istiyorsan kusura bakma oğlum sen biraz daha sabret ben öleyim ne yaparsanız yapın o zaman.
Dedi.
Oğlu annesinden olumsuz cevabı alınca annesinin yanından ayrılarak, evine gitti ve olanları annesiyle konuştuklarını eşine anlattı.
Bu arada Zehra kadının yaşadığı evin sahibi günden güne zenginleşiyor, artık ünü şehirdeki zenginlerin arasında yayılmaya başlıyordu. Bunları yakından tanıyanlar bunların küçük bir esnafken çabucak zengin olmasının o yokluk çaresizlik içinde düşünüp dururken yanlarına aldıkları Zehra kadına bağlıyorlardı.
Olan biteni halk arasında konuşulanları Zehra kadının oğlu ve onun geçimsiz gelini de duyuyordu içten, içten kendini yiyordu pişmanlıkları onlara ağır geliyordu.
Bir gün Zehra kadın hastalandı ve hastaneye yattı,artık onun da hazan zamanıydı ve ümitsiz bir hastalığa tutulduğu söylendi.
Yeni oğlu yani yanında kaldığı evin sahibi onun iyileşmesi için her türlü çareye baş vurdu hastane,hastane dolaştırdı ama sonuç yoktu.
Zehra kadın bir gün bir rüya gördü,rüyasında penceresinin önünde hep mavi kanatlı güvercinler uçuyor ve bununla konuşuyordu.
Ertesi gün kalktığında kan ter içinde kalmıştı acıları fazlalaşmıştı.
Ev sahibi durumunu oğluna haber verdi ve oğlu çabucak annesinin yanına geldi annesinin durumunu görünce üzülmüştü ona evlatlık edememenin ona sahip çıkamamanın acısını taşıyordu içinde.
Hasta haliyle Zehra teyze oğlunun üzüntüsünü fark etmişti, kendi üzüntüsünü unutmuş onun üzüntüsüyle ilgilenmeye başlamıştı. Nede olsa o bir anneydi, ve her ne kadar onun öz oğlu evdeki eşinin sözüne bakıp kendisini sokağa atmışsa da yine de oğluydu ve kendi de bir anneydi.
Oğlum dedi.
Üzülme senin de rahatlayacağın zamanlar gelecektir,ben hissediyorum ki gün gelecek sen de rahat edeceksin benim için de tasalanma ben bu yuvada bana senin yokluğunu hiç aratmadılar ne ev sahibim ne de eşi bana hiç kötü davranmadılar hep iyi sözlerini işittim ve de hep iyiliklerini gördüm ben de onlar için duamı ettim “Allah razı olsun “bunlardan.
Dedi.
Oğlu üzgündü pişmanlık içinde ne diyeceğini bilemiyordu,yüzü kızardı sarardı için,için ağlamaya başladı.
Bu sırada Zehra teyze oğlunun elinden olanca gücüyle tuttu,saten az bir canı kalmıştı,oğlunun eline bir anahtar verdi,
Bu anahtarı görüyor musun dedi.
Bunda bir hazine var ama bu anahtarın sandığını bulmalısın önce o sandıkta seni zengin edecek kadar altın var şayet eşin gelir benden özür diler helallik alırsa sen o sandığı bulursun yoksa bulamazsın
Dedi.
Zehra teyzenin annesine sahip çıkamayan oğlu çoktan sevinmişti bu habere, annesinin hastalığına üzülmeyi bırakmış içinden de olsa bir neşe belirmişti yüzünde.
Zehra teyzenin oğlu hasta annesine veda ederek neşe içinde yerinden kalktı eve gitti ve durumu evdeki eşine anlattı, vakit akşamdı eşi önce pek inanmadı bu saçmalığa o gece kaynanasının yanına gitmek istemedi.
Vaz geçti o akşam gitme işini ertesi güne bıraktı kaynanasının yanına giderek odan helalık istemeyi ve ondan özür dileme işini.
O gece hasta olan Zehra teyzenin hastalığı iyice ağırlaşmıştı, ev sahibi gece yarısı doktor bulup eve getirttiğinde, doktor onun yüzlerindeki nuru gördü.
Doktor başını salladı.
Yapacağım bir şey yok,bir iğne vurayım acısı diner belki dedi.
Çantasından çıkarıp rahatlatıcı bir iğne yaptı.
-Uyumuştu Zehra teyze o gece son rüyasını gördü, Mavi kanatlı güvercinler gelmiş onu alıp içinden ırmaklar akan bazen sarı kırmızı bazen yemyeşil bir vadinin üzerinden uçurup götürmüşlerdi o yeşil kırmızı ormanın derinliklerine doğru.
Ertesi sabah ezan okunurken uyandı,başında ev sahibi vardı,elinden tuttu,
Görüyor musun ne oğlum var başımda ne helallik isteyen gelinim, bir veda bile edemeyeceğim onlarla
Dedi ve gözlerini yumdu.
A.Yüksel Şanlı er
20 Ağustos 2010-08-20
Antalya.