Unuttum, elleri nasıldı annemin
Unuttum, gözleri nasıldı bakarken
Kuru ot kokusu getirsin rüzgar
Yağmur usulcacık yağarken
Türkçenin ustası, şairlerin hası Ataol Behramoğlu böyle diyor anası için."Anneler Günü"nde okudum da duygulandım. Köy mezarlığında babamla yan yana yatan anamı düşündüm. Ben "ana" diyorum; çünkü o göçüp gittiğinde ben kırk sekiz yaşındaydım.O yaşa dek "ana" dedim hep, yine içimden öyle geliyor.
Benim anamın elleri sıcaktan yanmazdı hiç.Niye mi? Nasırlaşmıştı da ondan. Çocukluğumda,gençliğimde bir köy kadını olarak yaşamıştı o. Şimdi sıcak bir tencereyi tutarken anamın ellerini hatırlarım. Onun bizi sarıp sarmalayan, tencereyi sofraya getiren, tarlada çapayı sallayan, ineği sağan, hamuru yoğuran, unu eleyip ocağı yakan öpülesi ellerini. O eller ne güzel "içli çörek" pişirirdi bilir misiniz?
" Senin yanmayan öpülesi ellerin
Duaya açılırdı bizim için
Toprak kokulu yüzünde
Küçük gözlerinde
Sessizliği sevginin "
Her köylü kadını, anası gibi benim anam da o ağır yaşam yükünden şikayet etmezdi hiç. Ömrünce de hep sessizdi. Babamın ağır yükünü çekti yıllarca. Kendi sıkıntısını yaşardı. Bize yansıtmazdı bunu. Anadolu'nun pek çok yerinde yine aynı devam ediyor kadının çilesi ama; otuz-kırk yıl öncesinde köyümün analarını bir günlük yaşamıyla anlatayım. Diyelim ki bu bir yaz günü olsun:
Sabah gün doğmadan kalkılır.
Ahırda hayvanların yanına gidilir, ahır atılır, inekler sağılır, hayvanlar sığır sürüsüne katılır.
Çocukların ve kocanın çorbası, çayı hazırlanır, karınları doyurulur.
Tarlaya gidilecekse günlük azık hazırlanır, tarla yoluna düşülür.
Akşama dek tarlada çalışılır, öğle molasında da çalışanların yemeği verilir.
Gün batarken eve dönülür.
Akşam olmuştur,çocuklar,koca yemek bekler.
Sığır sıpa gelmiştir.
Onlar doymamışsa ot, saman verilir.
Daha aklıma gelmeyen bir yığın iş. Çamaşırdı, bulaşıktı derken bu insan üstü varlığın yaşamı, uğraşı sürer gider.
Bir ilkellik olan koca dayağı da vardır bazı analar için.
En ağır işçidir analar sizin anlayacağınız.
.............
Karacaoğlan'ın koşmalarında, güzellemelerinde Anadolu köy kadınlarının adı çok geçer. Çeşme başında gördüğü her güzeli seven bu halk ozanının şiirlerinde Elif, Ayşe, Eşe,Döne, Zeynep,Hürü...vardır.İşte benim anamın adı da Hürü (Huriye)'dü. O köy kadınlarından biriydi.Yaşlılığında kentte yaşasa da ellerindeki nasır, yüzündeki toprak rengi, kokusu hiç gitmemişti. Biz onun "Anneler Günü"nü ancak yaşlılığında kutladık. Köydeyken böyle bir günden ne onun ne bizim haberimiz vardı.
Rüzgarın kuru ot kokusu getirdiği köy mezarlığında yatıyor. Her ziyaretimde, ağabeyimin babamı defnederken söyledikleri aklıma gelir:"Biraz ara bırakın iki mezar arasında. Babam orada da bastonu çekip yürümesin!" Elbette bu bir şaka, bir espriydi. Rahmetli babamın hastalığında anam çok sıkıntı çekti, kimseyi üzmemek için sızlanmazdı bile.
Bütün Anadolu anaları gibi, köy kadınları gibi ezilen, sessiz kalan, bizim mutluluğumuzla mutlu olan anam, nur içinde yat. Yükünü çok çektiğin o sert görünüşlü babam da sensiz kalamazmış ki dört ay sonra yanına gitti. İnsan onların değerini yaşlandıkça her geçen gün daha iyi anlıyor.
"Tatillerde köye her gelişimde
Benim çok sevdiğimi bilirdin de
Hazır olurdu bir helke yoğurdun
Yaşlılığında yüzüne yansımıştı
Hep sıcak yedirdiğin çöreğin yumuşaklığı
Seni hayırla anıyoruz hep
Unutulmuyor hiç analığın
Sevgin "
.................................
Bu yazı 13 Mayıs 2007 Anneler Günü'nde yazılmıştır.
Numan Kurt