" Hey nari topak taşın kenarı
Nari de dibinde yedik narı
Hey nari aldattı da gelmiyor
Nari de seni alırım deyi
Nari de vur dibekler oynasın
Nari oy çal bilekler oynasın "
O gün de sırtımda kısa kollu beyaz gömlek var.Tokmağı tutunca şişen pazulara biraz da şişinerek bakıyorum.Şimdi kimler olduğunu unuttum; ama dört genç keyifle soku dövüyoruz. Çok dövmüş olmalıyım ki iş bitince tokmağı bıraktığımda sağ kolumun yeterince açılmadığını gördüm."Allah Allah bu neyin nesidir?" diye düşünürken orada bulunanlar:
-Nimet Ana bu işlerden anlar, gidin ona gösterin, dediler.
Bir iki kişi de:
-Bu kolun çıkmış kurban olduğum, sen Hacı Adil amcaya git, çeksin, dedi.
Ağrısı sızısı olamayan sağ kolumu bir büyük yağlıkla (mendil) askıya aldıktan sonra bir arkadaşla Avuç köyüne doğru yola düştük. Ne ile derseniz,tabi ki yürüyerek. O zamana dek sınıkçılık konusunda bizim yörede bir efsane olan Hacı Adil amcayı hiç görmemiştim. Onun hakkında anlatılanları çok dinlemiştik. Bugün Büyük Atatürk'ün "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir." sözünü kendisine ilke edinen bir insan olarak tıp dışındaki tedavilere pek kulak asmam. Oysa yöremizde sınıkçılık konusunda herkesin inandığı, övdüğü bu Hacı Adil amcaya ben de inanıyorum. Köye varıp onun evini bulduk.Odasına çağırdı.Koluma şöyle bir baktı:
-Senin kolundaki damar kasılması evladım, ne iş yaptın?
-Köyde soku dövdüm.
-Bir süre öyle işler yapmayacaksın,o kendiliğinden açılır.
Kolum kısa süre içinde düzeldi.Hakkında "Doktorlar bile kırık çıkık da Adil amcaya gelirmiş, her kırığı çıkığı tedavi edermiş." söylentisi dolaşan bu adamı hayranlıkla anarım. Çok zeki biri olduğu yorumunu yaparım her zaman. Rahmetle andığım bu adam sayesinde bizim yörenin sonradan olma sakatı bile azdır.
..............
Soku, buğday, bulgur derken "mercimekli pilav" geldi aklıma. Kış yaz köylünün sofrasında baş yemektir pilav. Sulu pilav dediğimizi serilmiş yufkaların üstüne döküldüğünde yemeyi çok severim. Ben biraz mercimekli olanından söz edeyim.
Patoz gelmiş yanaşmıştır harmana. Anadutlar, dirgenler elde habire sap yığarız patozun ağzına. Sapları dev gibi yutan ağıza sap yetiştirmek en zor iştir.Bu işi de genellikle Asım ağabeyim yapar. Öğleyin ara verilir. Koca bir kapta mercimekli pilav konur gölgelik mola yerine. Yanında baş baş kuru soğan ve de elbette ayran. Yufkayla sokum yapılır, yumulur ırgat pilava. Biraz sonra ne pilav ne soğan ne de ayran vardır ortada. Dikilir gungulular tepeye.Pilav, taş gibi oturmuştur mideye. Harmanın saplarından yuva açan ırgatlar uzanırlar gölgeye.
"Bir yaz sapı verirken patoza
Bulanmışken her yanımız samana, toza
Birden Yüksekli köyünden Mevlüt'ü gördüm
Irgatlar içinde
Benim ortaokuldan arkadaşım
Nevşehir'de
'Ne ararsın burada?' dedim
'Okumadık senin gibi gardaş,ırgat olduk biz
Ekmek parası için
İşte böyle
Yollara düştük hepimiz'
Okulu ta o zaman bırakmıştı
Okumada çok geriydi
Şimdi nerede, ne yapar Mevlüt
Bilmem ama
Onun harmanda alnında birikenler
Gerçek alın teriydi."
25 Şubat 2010
Nari de dibinde yedik narı
Hey nari aldattı da gelmiyor
Nari de seni alırım deyi
Nari de vur dibekler oynasın
Nari oy çal bilekler oynasın "
Orta Anadolu bozkırının yanık sesi Çekiç Ali'nin yerinde oturanı oynatan bu türküsündeki "dibek", "ağaç ya da taştan oyulmuş büyük havan" anlamına gelir. Bizim buğday dövdüğümüz "soku" da büyük bir taş dibek sayılır. Buğdayı, kabuğunun soyulması için, bu taş dibeklerde tokmakla dövme işine de o zaman köyümde "soku dövmek" denirdi. Dövülüp kabuğu soyulan ıslanmış buğday kurutulduktan sonra çekilip bulgur yapılır.Bulgur plavı da köylünün vazgeçilmez yemeklerinden biridir.
Hani köyümüzün gerçekten yüz elli hanelik bir Anadolu köyü olduğu zamanlarda, benim çocukluk ve gençlik dönemime denk gelen 1960-70'li yıllarda iki küçük göl vardı.Biraz büyükçe olanı aşağı mahallede hemen evlerin yanında, diğeri ise mezarlık yakınındaydı. İşte o evlerin yanındaki gölün yanıbaşına da bir "soku" konmuştu. Harman hasat kalkınca bu soku dövme işi başlardı.Kim döverdi sokudaki buğdayı? Kim dövecek, elbette ki biz gençler. Elimizde ağaçtan birer tokmak, üç ya da dört kişi sıralanırız sokunun etrafına. Güm güm indiririz tokmakları ıslak buğdaya.Buğday yumuşadıkça iş daha da kolaylaşır. Tokmaklar ahenkle inip kalkar.Hele de bizi gören genç kızlar varsa ter alnımızdan akarken yorgunluk akla bile gelmez. Bazen de tokmaklar havada tokuşur; ama olsun."Gençlik başında duman" ise ne kıymeti var böyle tersliklerin.O gün de sırtımda kısa kollu beyaz gömlek var.Tokmağı tutunca şişen pazulara biraz da şişinerek bakıyorum.Şimdi kimler olduğunu unuttum; ama dört genç keyifle soku dövüyoruz. Çok dövmüş olmalıyım ki iş bitince tokmağı bıraktığımda sağ kolumun yeterince açılmadığını gördüm."Allah Allah bu neyin nesidir?" diye düşünürken orada bulunanlar:
-Nimet Ana bu işlerden anlar, gidin ona gösterin, dediler.
Bir iki kişi de:
-Ne bilsin Nimet Ana, bunu, sen en iyisi Avuç köyüne Hacı Adil'e git, diye başka bir yol gösterdi.
Ben hemen, evi bulunduğumuz yere yakın olan Nimet Ana'ya gittim.Kolumu bir iki çevirdikten sonra:-Bu kolun çıkmış kurban olduğum, sen Hacı Adil amcaya git, çeksin, dedi.
Ağrısı sızısı olamayan sağ kolumu bir büyük yağlıkla (mendil) askıya aldıktan sonra bir arkadaşla Avuç köyüne doğru yola düştük. Ne ile derseniz,tabi ki yürüyerek. O zamana dek sınıkçılık konusunda bizim yörede bir efsane olan Hacı Adil amcayı hiç görmemiştim. Onun hakkında anlatılanları çok dinlemiştik. Bugün Büyük Atatürk'ün "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir." sözünü kendisine ilke edinen bir insan olarak tıp dışındaki tedavilere pek kulak asmam. Oysa yöremizde sınıkçılık konusunda herkesin inandığı, övdüğü bu Hacı Adil amcaya ben de inanıyorum. Köye varıp onun evini bulduk.Odasına çağırdı.Koluma şöyle bir baktı:
-Senin kolundaki damar kasılması evladım, ne iş yaptın?
-Köyde soku dövdüm.
-Bir süre öyle işler yapmayacaksın,o kendiliğinden açılır.
Kolum kısa süre içinde düzeldi.Hakkında "Doktorlar bile kırık çıkık da Adil amcaya gelirmiş, her kırığı çıkığı tedavi edermiş." söylentisi dolaşan bu adamı hayranlıkla anarım. Çok zeki biri olduğu yorumunu yaparım her zaman. Rahmetle andığım bu adam sayesinde bizim yörenin sonradan olma sakatı bile azdır.
..............
Soku, buğday, bulgur derken "mercimekli pilav" geldi aklıma. Kış yaz köylünün sofrasında baş yemektir pilav. Sulu pilav dediğimizi serilmiş yufkaların üstüne döküldüğünde yemeyi çok severim. Ben biraz mercimekli olanından söz edeyim.
Patoz gelmiş yanaşmıştır harmana. Anadutlar, dirgenler elde habire sap yığarız patozun ağzına. Sapları dev gibi yutan ağıza sap yetiştirmek en zor iştir.Bu işi de genellikle Asım ağabeyim yapar. Öğleyin ara verilir. Koca bir kapta mercimekli pilav konur gölgelik mola yerine. Yanında baş baş kuru soğan ve de elbette ayran. Yufkayla sokum yapılır, yumulur ırgat pilava. Biraz sonra ne pilav ne soğan ne de ayran vardır ortada. Dikilir gungulular tepeye.Pilav, taş gibi oturmuştur mideye. Harmanın saplarından yuva açan ırgatlar uzanırlar gölgeye.
"Bir yaz sapı verirken patoza
Bulanmışken her yanımız samana, toza
Birden Yüksekli köyünden Mevlüt'ü gördüm
Irgatlar içinde
Benim ortaokuldan arkadaşım
Nevşehir'de
'Ne ararsın burada?' dedim
'Okumadık senin gibi gardaş,ırgat olduk biz
Ekmek parası için
İşte böyle
Yollara düştük hepimiz'
Okulu ta o zaman bırakmıştı
Okumada çok geriydi
Şimdi nerede, ne yapar Mevlüt
Bilmem ama
Onun harmanda alnında birikenler
Gerçek alın teriydi."
25 Şubat 2010
Numan Kurt