“Sabiha Hanım kıyafetiniz çok güzel bugün. Eee..içindeki güzel olunca ne giyse yakışıyor.”
Sabiha Hanım başını pencereden çevirip kendisine iltifat eden iş arkadaşı Nesrin Hanım’a baktı. Ardından teşekkür niteliğinde hafifçe tebessüm etti. Sonra başını yeniden işyerinin penceresinden gözüken okula çevirdi. Bahçedeki öğrencilere baktı. Oldukça düşünceliydi. Son günlerde içinde oğluyla ilgili derin kaygılar yaşıyordu. Şuan on altı yaşında olan oğlu Hayrettin’de son zamanlarda garip tavırlar oluşmaya başlamıştı. Evde, okulda her zaman neşeli olan, arkadaşlarıyla her türlü sosyal faaliyete katılan oğlu bütün bu yaşam biçimini bir kenara bırakmış, sanki inzivaya çekilmişti. Her şeye karşı ilgisizdi. Eskiden idealleriyle ilgili sürekli araştırma yaparken şimdi o konulardaki hırsını da bırakmıştı. Okuldan geldiği zaman hemen odasına çekilip perdeleri kapatıyor, saatlerce öyle kalıyordu.
Bugün işyerinden izin almış, oğlunu zorla da olsa psikoloğa götürmeye ikna etmişti. Doktor bir süre Hayrettin’le konuştu. O’na sorular sordu. Sonra kendisine kapıda beklemesini söyleyerek Sabiha Hanım’la baş başa konuşmaya başladı. O’na, ailesinde psikolojik rahatsızlığı olan kimse olup olmadığını sordu. Sabiha Hanım bir süre düşündü... Evet, yıllarca önce ayrıldığı eşinin abisi şizofreni hastasıydı.
Doktor konuşmasının sonunda Sabiha Hanım’a biraz yüzünü ekşiterek baktı ve ekledi;
“Şu an gördüğüm kadarıyla oğlunuzda şizofreni belirtileri gözüküyor. Şizofrenin birçok çeşidi var. Oğlunuzu sürekli takip edelim olur mu?”
Şizofreni lafını duyduğunda Sabiha Hanım adeta yıkıldı. Gözyaşlarına hakim olamadı. Oğlu onun her şeyiydi. Yapacak bir sürü güzel hayalleri vardı onunla. O şizofreni olamazdı ki..asla olamazdı. Neden olsundu! Doktorun gözlerine yardım ister gözlerle baktı;
“Hocam emin misiniz?” Hani bu yaşlardaki geçici ruhsal sıkıntılar olmasın, yada ne bileyim buluğ çağı?
Doktor, kendisinden olumlu bir şeyler söylemesini bekleyen Sabiha Hanım’a bu kez üzülerek baktı,
“Ne yazık ki belirtiler bu hastalığı işaret ediyor. Ama o kadar çaresiz değilsiniz. Bu hastalığın bir sürü tedavi yöntemi var.”
Altı yıl sonra..
“Anne beni gene o adamlar takip ediyor! Öldüreceğim onları”
Sabiha Hanım acı içinde oğluna baktı. Oğlunun altı yıl içinde hastalığı iyice artmıştı. Sürekli birilerinin kendini izlediğini söylüyordu. Etrafındaki insanların kendisini öldüreceği kaygısını taşıyordu. Odasında, balkonda, banyoda kendi kendine konuşuyordu. Oğlunu artık kontrol edemez hale gelmişti. Gün boyu bir sürü sigara içiyordu. Ahlaki değerlerini tamamen kaybetmişti. Kendisinden zorla para alıyor, hayat kadınlarıyla, dönmelerle beraber oluyordu. Eğer para vermezse kendini dövmeye kalkıyor, hatta “bana para vermesen seni öldürürüm” diye tehdit ediyordu. Ama bazen de bu yaptıklarını unutup “Canım annem, seni çok üzüyorum” diyor boynuna sıkıca sarılıp saatlerce öyle kalıyordu. Çaresizdi Artık. Bazen oğlunu bir Akıl ve ruh hastalıkları hastanesine yatırmayı düşünüyor, fakat ona kıyamıyordu. O biricik oğluydu. Öyle bir hastanede bir sürü akıl hastasının içinde olmasına tahammül edemezdi. Oğlu için işini de bırakmıştı. Altı yıl içinde çektiği çilelerden saçları neredeyse bembeyaz olmuştu. Bugüne kadar gitmediği doktor kalmamıştı artık. Trankilizan ilaçlar, psikoterepi, elektro şok, insülin yüklemesi bütün yöntemleri denemişler ama oğlu eski sağlığına geri dönememişti. Bütün bunlar için o kadar çok para harcamıştı ki geçen hafta elindeki tek varlığı olan evini satmak zorunda kalmıştı. Şimdi kendi ve oğlu için günlerdir kiralık bir ev arıyordu. Ve bu sabah oturduğu evin karşısında bir daire boşalmıştı. Hemen camdaki kiralık yazısının altındaki numarayı alıp aradı;
“Alo! İyi günler. Ben kiralık ev için aradım.” Sabiha Hanım, evin sahibi olan yaşlı adamla bir süre konuştu. Ona aslında yabancı olmadıklarını, komşu olduklarını, kendilerinin de birkaç blok yandaki apartmanda oturduklarını söyledi. Sonra da kirada anlaşarak telefonu kapattı. Şimdi çok mutluydu. Evini satmıştı, bu para sayesinde oğlunu tedavi ettirmeye devam da edebilirdi. Hem şimdi küçük de olda bir ev kiralamıştı. Mutluluktan gözleri yaşardı. O heyecanla eşyaları toplamaya koyuldu.
Yaşlı adam telefonu kapattı. Yüzünde memnuniyet vardı. Kendisine merakla bakan karısı ve gelinine,
“Hadi hayırlı olsun bakalım, evi kiraya verdik. Zaten yabancı değillermiş. Bizim şu yan sitede oturuyorlarmış.”dedi.
Meraklanmışlardı yaşlı adamın hanımı ve gelini. “Hangi yan sitede? Nasılmış, kimmiş bunlar? Diye sordular” Ve aldıkları cevap karşısında da yüzleri dehşete düşmüş gibi bir hal aldı.
“Ya baba!” dedi gelini tepkili bir şekilde. “Senin bahsettiği kadının oğlu delinin biri. Hiç onlara ev verilir mi?
Akşama doğru Sabiha Hanım valizlerin çoğunu doldurup kapatmıştı. Aldığı ilaçlardan dolayı uyuşukda olsa Hayrettin’de ona yardım ediyordu. O sırada telefon çaldı. Sabiha Hanım merakla ahizeyi eline alıp, kulağına götürdü. Telefonun karşı tarafında konuşan kişi tutacağı evin sahibi olan yaşlı adamdı,
“Kızım kusura bakma! Biz evi sana veremeyeceğiz! Satmaya karar verdik.”
Sabiha Hanım ahizeyi yavaşça yerine bıraktı. Kahrından omuzları aşağı sarktı. Her şey ters gidiyordu artık. Ve evi şimdi oğlundan dolayı vermediklerini de çok iyi biliyordu. Valizin fermuarını çekmeye çalışanan oğlu Hayrettin’e baktı. Onun hastalığından dolayı bütün dünyası alt üst olmuştu. İşini bırakmıştı… evini satmıştı... Bir zamanlar herkesin dilinde olan güzelliği, gitmiş şimdi bir hayalet gibi olmuştu. Yeniden evlenmemişti de.. Bütün hayatını oğluna göre değiştirmişti. Son zamanlarda yaşamı daha da kabusa dönmüştü. Oğlu artık ilaçlarını “ben deli değilim” diye içmiyordu. Ama bu zorluklardan dolayı bir gün olsun yılmamıştı. Hayrettin’i için canını bile verirdi. Gidip oğlunun yanına çömeldi, kendisine gülümseyerek bakan oğluna delice sarıldı. Hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Hayrettin annesine baktı. Yüzü asıldı. Elleri titriyordu. Titreyen elleriyle annesinin yüzünü tuttu.
“Anne benim yüzümden ağlıyorsun değil mi? Ben deliyim diye? “
Hayır dedi Sabiha Hanım gözyaşları içinde. “Sen deli değilsin oğlum. Değilsin…”
“Peki” dedi Hayrettin hafif kızgınca “Ben deli değilsem neden apartmandaki çocuklar beni görünce “üşütük geliyor” diye kaçıyorlar. Neden evimize hiç misafir gelmiyor. Neden beni kimsenin evine götürmüyorsun?” Sabiha Hanım oğlunun bu söylediklerine cevap veremedi. Oğlu haklıydı. O’nun kontrol dışı hareketlerinden dolayı ne komşuları ne akrabaları evine adım atmıyorlardı. Kendilerine gelmeleri için davet de etmiyorlardı.Anne, oğul adeta dışlanmışlardı.
Sabiha Hanım en sonunda oğluyla daha rahat yaşayabileceğini düşünüp apartman yerine küçük, eski bir müstakil eve taşınmıştı. Yirmi dört saati oğluyla geçiyordu. Onu artık bir dakika bile yalnız bırakmaya korkuyordu. Son zamanlarda sağlığı iyice bozulmuştu. Geçenlerde, “anne sen benim için çok üzülüyorsun” deyip bileklerini kesmeye bile kalkmıştı. Oğlu bazen sakin sakin duruyor, bazen bir anda ayağa kalkarak evde hızlı hızlı yürüyor, bağırıyor, küfürler ediyor, duvarlarla konuşuyordu.
Akşam üstü annesi yemek yaparken, Hayrettin sessizce mutfak kapısına doğru yaklaştı. Gizlice ona baktı. Annesinin yemeklere ilaç katıp katmadığını kontrol etti. Evet annesi gene cebinden çıkardığı sakinleştirici ilacı pilavın içine döküyordu. Hışımla içeri girdi! Annesinin elinden ilacı alıp fırlattı. Annesine küfürler etmeye başladı. Sabiha Hanım yalvararak onu teskin etmeye çalıştı.
Gecenin ilerleyen saatleriydi Sabiha Hanım az önce uyumuştu. Hayrettin’se odasına çekilmiş. sigara üzerine sigara içiyordu. Annesine hala çok öfkeliydi.. Kendisine zorla o ilaçları içirmeye çalışıyordu. Belki de onun yüzünden böyle hastaydı. Hem parada vermiyordu artık. O an kulağına gelen bir ses “anneni öldür kurtul” dedi. Gözleri parladı! Kendinden geçmişçesine mutfağa yöneldi. Çekmeceyi açıp bir şey aldı. Aldığı keskin metal eve giren sokak lambasının ışığında parladı. Dişlerini sıkarak uyumakta olan annesinin odasına yöneldi. Kapıyı açıp yatağına yaklaştı. “Hadi hemen öldür. O Şeytan” dedi yine o ses. Birkaç saniye sonra “hoşça kal anne.”diye bir ses daha duydu. Bu son ses yüreğinin sesiydi.
Sabah olduğunda, Sabiha Hanım feryat figan ağlıyordu. “Neden…. Neden yaptın oğlum” diyordu bileklerini keserek hayatına son veren oğluna..