Mevlanada Aşk Yunusda Sevgi -3
YENİ BİR YOL BAŞI:
Mevlâna kendi edebiyat coğrafyasının
adamıdır. Geldiği güzergah, tutulan yol, mekanlar bir arada
düşünüldüğünde; bu edebiyat coğrafyasının Mevlâna üzerinde sanıldığından
çok etkili olduğu görülür. Mevlâna bunun farkındadır.
Coğrafi
mekan olarak, Orta Asya Türk coğrafyası, Acem-İran coğrafyası, Arap
coğrafyası, Anadolu Türk coğrafyası, Mevlâna�nın kültür coğrafyasını
oluşturur.
Bu coğrafya Mevlâna�nın ilgi alanı olan tasavvufi
hayatın çoktan maya tuttuğu iklime sahiptir. İbrahim Ethem (777) Belh�i
mesken tutarken, IX.yüzyılda Bağdat�ı yurt tutar, Tasavvuf İran�da ise
hayatın ta kendisi olur. Farsça edebiyat dili olarak öne çıkarken,
alfabe Arapçadır, Türkçe en yaygın konuşulan dildir.
Mevlâna
ailesinin yöneldiği Selçuklu Konya�sı, Türklerle ilk kez Afşın Bey
zamanında tanışır. Bu bir kuşatma olmaz. Nihayet Sultan Kılıç Arslan
Konya�ya yerleşir ve başkent yapar. Artık Türk-İslâm Konya yeniden
doğmaya başlar. Sultan Murat devrinde Anadolu �Turkia� Türkiye adını
alır. Bu değişime uygun olarak Konya şehri de Türkün lehine değişmeye
başlar.
Alaattin Keykubat yönetiminde bulunan Anadolu bugün
bizim anladığımız manada tekdüze değildir. Başkaldıran beyler, ayaklanan
topluluklar, olmuş ve ola gelmektedir. Ayrıca yerli halklardan Rumlar,
Ermeniler, o gün olduğu gibi çağlar boyu yaşamayı sürdürürler.
Türkistan
ve Horasan�dan kopup gelen; Oğuzlar, Uygurlar, Karluk, Kıpçak gibi Türk
boyları Anadolu�yu baştan başa tararlar. Bir kısmı yerleşik hayata
geçip medeniyet odakları oluştururken, bir kısmı göçebe hayatı sürdürür.
Bütün bu olup-biten olaylar sonucu Anadolu�nun Türkleşmesi gerçekleşir.
Bu gerçekleşme önce Orta Anadolu�da boy verirken, yabancı unsurlar
peyderpey sahil bölgelerine çekilir. Anadolu bir yandan da İslâm
Alemi�nin parçası olur. Tabiidir ki bu coğrafyayla bütünleşme sonucu,
kendini emniyette hisseden kitleler; cami, medrese, kervansaray, han,
hamam, tekke, zaviyelerle Anadolu�yu donatırlar. Kültürel gelişme de
buna ayak uydurur.
Anadolu�ya; Şihabettin Sühreverdi, Kemalttin
Ebu-Bekr, Gazioğlu Mehmet, Mehmet Ravendi, Muhyiddin Arabi, Sadrettin
Konevi, Necmettin Daye, Seyyid Burhanettin, Tirmizi gibi ilim ve
tasavvuf erbabı can ve dirlik verir. Türk Edebiyatı da Oğuz Lehçesiyle
ilk eserlerini verir. Ticaret yolları emniyet altına alınır. Büyük
şehirlere sağlam kaleler inşa edilir. Muhtemel Moğol istilasına karşı
tüm emniyet tedbirleri alınır. Ancak Alaattin Keykubat�tan sonra yapılan
yanlış hesaplar, emekleri boşa çıkarır ve Moğol istilası önlenemez. Pek
çok coğrafya gibi Anadolu da darmadağın olur.
Coğrafya,
demografik yapı, kültürel mayalanmaya bakıldığın da, Alaattin Keykubat
döneminde Mevlâna ailesinin en doğru seçimi yaptığı anlaşılır. O dönemde
bu kutlu aileyi kaldıracak başka yer ve mekan da yoktur. Mevlâna bu
zeminde zaman zaman insan unsurundan bizar olsa da, bu şikayetler iyi
bakıldığında geneldir ve temel insan problemine aittir. Lokal bir
tasarrufta bulunmaz. Verdiği onca eser, gündelik hayat, bıraktığı derin
izlere bakıldığında, Konya�nın o dönem Mevlâna için biçilmiş kaftan
olduğu görülür. Bu elverişli iklimdir ki, Mevlâna�ya yüksek perdeden ses
çıkarma hürriyetini bahsetmiş O�da bu iklimi oldukça verimli
kullanmıştır.
Çok karmaşık ve zengin olan bu dönem, gerek Arap,
Fars, gerekse Türk tarihçileri açısından zor bir dönemi işaret eder.
Öyle ki ünlülerin isimleri bile çoğu kaynakta farklı yazılabilmiş. Ana
ekseni söz-rivayetler oluşturmuştur. Tarihçi bu rivayet dünyasından
hakikati çekip, çıkarmak zorundadır. Coğrafi bölgeler, yer adları, soy,
boy, hakimiyet unsur ve alanları karmaşa içindedir. Beni de en fazla
yoran tarih dilimi bu Selçuklular dönemi olmuştur. Olayları
sınırlandırmak net bir sonuca ulaşmak her zaman güç olmuş ve olacaktır.
Özellikle
Selçuklu dönemi tarihimiz açısından çok çalışılması gereken bir
dönemdir. Olayları bağlamada büyük boşluklar mevcuttur. Bugün Anadolu�yu
gezdiğimizde; ciddi bir medeniyetle karşılaşırız. Bu medeniyet bizi
çelecek kadar güçlüdür. Çevremizi ve ruhumuzu anında kuşatır. Bu dönemi
derinden fethetmek için, önce İslâm�ın yayılışı açısından, mezhepler
tarihi, tarikatların oluş ve yayılışı, tarikat önderlerinin hayatı,
milletler mücadelesi, Türk yayılma sahaları, boylar, alt kimlikler,
azınlıklar ve guruplar açısından, kültürel ve ekonomik, demografik
açıdan inceleyerek bir Selçuklu koleksiyonu oluşturmak en çıkar yol
olarak gözükmektedir. Değerli çalışmalar mevcut ama yetersizdir.
Anadolu�nun
son vatan parçası olması, bu talebimizi güçlendiren en büyük nedendir.
Mevlâna gibi yüce değerlerin yeniden ihyası ise birinci nedenimizin
mayasını teşkil eder. Anadolu gezildiğinde görülür ki Anadolu�da
Osmanlı�dan çok Selçuklu ve devri hakimdir. Erzurum, Konya, Sivas,
Kayseri hattı gezildiğinde bu açıkça görülür.
Selçuklu ve Mevlâna�nın ihyası öyle anlaşılıyor ki boynumuza borçtur
MEVLÂNA VE KONYA
Kudretli
ve kendinden oldukça emin bir idarecinin yönetiminde olan Konya�ya
Mevlâna ailesi davet edildiklerinde hiç tereddüt etmez ve yola
koyulurlar. Karaman Emiri Musa bu önemli aileyi göndermeye pek rıza
göstermese de yapacak bir şey olmaz. Her karizmatik lider gibi Alattin
Keykubat bu daveti yalnız Mevlâna ailesi için yapmaz, çemberi içine tüm
ilim ve irfan sahiplerini katar. Ciddi bir medeniyet kurucusu olduğunun
farkındadır. Mevlâna ailesi Konya�ya geldiğinde; başta Alaattin
Keykubat, tüm devletlilerden, ilim erbabından ve halktan yeterince saygı
görmüştür. Ailenin ünü zaten Konyalılarca malumdur. Gelişi ile birlikte
Baba Veled�in etrafında Konya halkı bir nevi halelenir. Bu hava bütün
Konya�yı sarıp-sarmalar. Bahattin Veled de dağarcığında ne varsa
kıskanmadan Konyalılara sunar. İki yıl yaşamasına rağmen Konya halkı
O�na bu günkü mezarını layık görür, bezer, süsler, bir nevi kutsar.
Konya çok özel bir insanı kaybettiğinin farkındadır.
Saygın bir
babanın devamı olan Mevlâna�nın işi bir bakıma zordur, ancak
avantajlıdır da. Babasından boşalan kürsüye layık görülür. Mevlâna kısa
sürede koltuğunu hakkıyla doldurduğu gibi farklı biri olduğunu da
hissettirir. Önceleri günlük 300-400 kişiye fıkıh vaazları verir. Hitap
ettiği kitle kısa zamanda yığınlara dönüşür. Zaman ilerde on binlere
vazedeceğine şahit olacaktır. Bu ilk aşamada Mevlâna, tanıdık, bildik
bir medrese alimidir. Halkça benimsenen kıyafetler giyer. Babasına
duyulan itimat nedeniyle de fazla sorgulanmaz. Zira güven veren bir
nesep-soya sahip olmak doğu kültürlerinde daima saygı gören peşin bir
avantajdır. Bu örneklere günümüzde de şahit olmak mümkündür. Bu durum
bir nevi kültürel nastır. Anlıyoruz ki Mevlâna�nın bu tutum ve
davranışları,işi idare etmekten öte değildir. Bu kadar iç
kaynamalarından pek kimse haberli değildir. Çok fazla renk vermez ancak
ileride görürüz ki, gün gelecek kürsüleri terk edecek, giyim-kuşam
değişecek, farklı ve olağan dışı davranışlar sergileyecektir. Çünkü
Mevlâna�da halkın anlayamayacağı ruh burkuntuları çoktan başlamıştır. O
gerçekte farklı bir alemde seyretmektedir. Cüssesi Konya�ya
sığamamaktadır.
Mevlâna�dan söz açınca önce özlem-hasret
kelimesinin mana ve önemini kavramamız gerekmektedir. Mevlâna�nın bu
hummalı özlemi biz inanıyoruz ki, çocuk yaşta terk ettiği Belh�e olan
özlemiyle başlamaktadır. Eserlerinde bu özlemi müşahhaslaştırmasa da,
çocuk ruhunda bu ayrılığın ne denli bir özleme dönüşe bileceği tüm
insanlığın gerçeğidir. Bundan doğal bir şey yoktur. Bir çocuğun zamansız
ve iradesi dışında, bir kısım kötü nedenlerin de farkında olarak
toprağından koparılması hiçbir çocuğun kaldırabileceği türden şey
değildir.Çok yer değişmiş bir memur olmam nedeniyle kendi çocuklarımda
bunu hep gözlemlemişimdir. Koştuğu, coştuğu, çelik-çomak oynadığı
sokakları, bayram şekeri topladığı sevecen dedeler, nineler, safça
bağlandığı çocukluk arkadaşlarından koparılmak, çocuk ruhunda derin
izler bırakacak güçtedir.
Zamanla olgunlaşan Mevlâna Belh�le
başlayan ayrılık ve özlemini Elest alemine irca edecek derin ve yüksek
perdeden feryatlarla uyanacak, inleyecek ve uyandırılacaktır.Şu müthiş
feryadıyla altı ciheti-yönü sarsacaktır.
�Dinle neyden duy neler söyler sana,
Derdi vardır ayrılıklardan yana;�
Dikkat edilirse burada ayrılık tekil değil, çoğuldur. Mevlâna bu feryadıyla bütün ayrılış ve kopuşlara öykünür.
�Kestiler sazlık içinden der beni,
Dinler, ağlar; hem kadın, hem er beni;�
Ayrılığın nedeni olarak asla kendisini görmez, ayrılığa neden olan hep başkalarıdır.
� Göğsü, göz göz ayrılık delsin de bir,
Sen o gün benden işit, özlem nedir.�
Ruh
olgunluğuna erişmiş olan Mevlâna, Mesnevi�sine bu yaralayıcı müthiş
girişle başlar.Tarih açılımını irdelersek bizi insan olmanın ebedi
problemine çeker. İlk yaradılış nüvemize döneriz. Ruhlar aleminden insan
olarak ilk koparılışımız, ilk acımız olur. Bütün ayrılış ve
kopuşlarımız buradan başlar. Mevlâna küçük dünyaları, büyük dünyalara
eklemleyerek örgüsünü gerçekleştirir. Konuları seçişinde bildik,
tanıdık, günlük olaylar çıkış noktası olur. Buradan erişilmez ötelere
kanat açar.
�Her kim aslından uzak düşsün:Arar;
a dönmekçin bir uygun gün arar.
Özlem
maya tuttuktan sonra anlıyoruz ki arayış başlayacaktır. Aramak,
ulaşmakta, oldukça insani bir taleptir. Artık mesaisini uygun zamanı
kollamaya harcayacaktır. Mevlâna�da uygun gün ölüm olarak karşımıza
çıkacaktır.
�Dost�a kah yoldaş olup, kah düşmana,
İnleyip sesler duyurdum her yana.�
Mevlâna
insanlık içinde ayrılık gözetmez. Bu farkında olmamaktan çok uzak ve
asil bir duruştur. Düşmanla işbirliği gözlemekten çok, burada insanı
tövbekar olma özelliğine vurgu yapmaktadır. Nasıl olsa bir gün kapımızı
çalacak anlayışı.
�Dost olur. Zannınca-her insan bana,
Sırlarım gel gör ki meçhuldür ona.�
Mevlâna
her irfan sahibi gibi başkalarının onu anlamasını beklemez.
Eserlerinden herkes nasiplensin diye bunu gözetmiş olsa da, gerçek
dünyasından halkı devamlı uzak tutmuştur. Buda tabii bir şeydir. Öyle ya
söz anlayana söylenir. Mevlâna�nın ağır yüküne talip olmakta zaten her
babayiğidin işi değildir.
�Sırlarım olmaz iniltimden uzak,
Her göz etmez fark, işitmez her kulak.�
Mevlâna
iniltisinin sırlardan mürekkep olduğunu söylemekle zaten öyle bir hal
diline sahip olduğunu beyan eder.Bunu anlamanın ve çözmenin de her
kişinin işi değil, er kişinin işi olduğunun farkındadır.
�Saklı olmaz birbirinden can ve ten,
Canı görmekçin izin yok bil ki sen!�
Mevlâna
burada kendi farkında lığına vurgu yapar. Can ve tenin bir bütün
olduğunu kendisi fark etmiştir. Bu farkında olmanın ise ulvi ve çetin
bir çaba gerektirdiği kanısıyla, bu izni elde etmenin kolay şey
olmadığını seslendirir.
�Bir ateştir,yel değildir ney sesi,
Kim ateşsizdir: Yok olsun böylesi.�
Mevlâna
ateşe atılmanın İbrahimce bir tavır olduğunu bilerek haykırır. Bunu
göze almadan �olmak� mümkün değildir. Zaten yok olacak insanlara da
madem ateşte yok olmayı göze alamıyorsunuz, Boşu boşuna yok olacaksınız
diyerek aslında sitemini belirtir.
�Sevgiden ağlar eğer ağlarsa ney,
Sevgiden çağlar eğer çağlarsa mey�.
Mevlâna
sevgiyi insanın tam karşılığı olarak görür. Bütün verilen çabalarla
elde edilecek olan sevgidir, muhabbettir. O�da zaten işin aslıdır.
Allah�ın sevgi ve muhabbeti aşkına inlemek ve çağlamaktır.
�Ney o şeydir; perde yırtıp perdesi,
Dost edinmiş dosta hasret herkesi.�
Sevgiden
sonra Mevlâna dostluğu öne çıkarmaktadır. Dostluk doğurmayacak muhabbet
boşa çabadır. Sevgiden amaç dostluk kurmak, bir olmak, bütün olmak,
ayrılığı bitirmektir.
�Hem devadır; ney denen şey hem zehir,
Bir bulunmaz arkadaştır: Hem fikir�.
Zehir
ve deva, problem ve çare, sevgi ve nefret; bunlar zaten hayatın içinde
bizimle var olan gerçeklerimizdir. Önemli olan insan neyin yanında
olduğu, yani tercihi. Burada zehirden çok ney�in yanında hemfikir olmak,
Mevlâna�ca insana yakışandır.
�Anlatır ney:Aşkı Mecnun�un nedir,
Kanlı bir yoldan haber vermektedir.�
Burada
Leyla ile Mecnun hikayesine vurgu yaparak, bu yola çıkmanın ve devamlı
olmanın kolay şey olmadığı, bin bir badirenin de insanı beklediğinin
bilinmesi gerekmektedir. Nitekim Şems�in başına gelenler Mevlâna�yı ağır
şekilde yaralamıştır. Bu beyitte ki vurgu biraz da o hadiseyle
ilgilidir zannı benim kanaatim.
�Müşteri ancak kulak: Söz satsa dil,
Ancak aşık akla mahrem, böyle bil�
Mevlâna
aşkın akla mahremiyetinden söz ettiğine göre, şu anda anlama adına
benim gösterdiğim çabada beyhude. Yine de ısrarla biz anlıyormuşuz gibi
belki rüya tabirliyoruz. Ne bileyim. Herkes anladığınca bizde öylesine.
�Derdimizden gün zamansız dolmada,
Her yanış bir günle yoldaş olmada.�
Dert
süreklilik arz etmede,bizse zamanı kendimizce bölmelere ayırırız
dakika, saat, gün, ay gibi. Esasta zamanda süreklidir. Sürekli olan
süreksiz hale dönüştürülünce uyumsuzluk doğmaktadır. Mevlâna bunu çözmek
için derdin sürekliliğini de �yanış�lara bölerek süreksizliğe uyum
sağlayarak sonucu iyiliğe bağlar.
der, etmeyiz yersiz keder;
Var ol, ey sen tertemiz insan! Yeter.�
Değerlendirilmiş
olarak geçirilmiş zamanın, anın ancak mutluluk vereceğine vurgu yapan
Mevlâna, bu safiyete ulaşan insanı kutlulamaktadır.
�Yurdudur engin: Balık kanmaz suya,
Rızk eğer eksikse: Gün dolsun mu ya!
Bu lezzete ulaşan insanın artık mutlu olacağını,gerisinin lafügüzaf olduğunu belirtir.
� Anlamaz olgun adamdan ham adam;
Söz hem az hem öz gerektir vesselam�
Mesnevinin
ilk on sekiz beyitinden oluşan yukarıdaki açıklama getirmeye çalıştığım
beyitler, Mevlâna için önemli olduğu kadar Türk edebiyatı içinde çok
önemli bir edebi anıttır. Gerek muhteva, gerek ses, gerek örgü
bakımından şaheser niteliğindedir. Hafızalarda kalıcı olması nedeniyle,
gerekli önemi verip incelememiz içine almayı uygun gördük. Çok fazla
çevirisine rastladığımız bu on sekiz beyitin şeçiminde şiir lezzetini
oldukça baskın bulmam, birazda şairliğim olması nedeniyle Dr. Abdullah
Öztemiz HACITAHİROĞLU�nun çevirisini incelememe almayı uygun buldum.
Bu
özlemlerle Mesnevisine başlayan Mevlâna, bir yandan kendini inşa
ederken, bir yandan da Konya�yı, Anadolu�yu, İslâm coğrafyasını
insanlığı yeniden inşa ediyordu.
Devam edecek...
(
Mevlanada Aşk Yunusda Sevgi -3 başlıklı yazı
HayrettinYazcı tarafından
20.10.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.