Yazmak içki içmek gibidir. Kimi efkarından içer, kimi neşesinden; kimisi için alışkanlık olmuştur, kimisi de arkadaşlarına uyar. Yazmak da böyledir. Kimi efkarından yazar, kimi neşesinden; kimisi için alışkanlık olmuştur kimisi ise çevresi insanlar yazdığı için yazar. İçki bütün kötülüklerin anasıyken, yazmak hakkında böyle bir durum söz konusu değildir. Kimi yazılanlar kafa açar, kimileri at gözlüğü takar insanın kafasına. Ne kadar yazan insan varsa o kadar çok yazı çeşidi vardır. Her şey yazılamayacağı gibi her yazılanda okunmaz elbette. Birilerinin çok beğendiği bir yazıyı başka birileri beğenmeyebilir. Bir zaman çok beğenilen bir yazı başka bir zaman yerden yere vurulabilir ki bu yazarlar içinde geçerlidir. Netice itibariyle dünyada değişmeyen tek şey değişimin kendisidir. Niçin yazıyorsun sorusuna ise kuşkusuz verilebilecek kesin bir cevap yoktur. Aynı soruyu ben kendime sorduğumda çelişkili cevaplar alıyorum kendimden; neden olacak elbette rahatlamak için, bunun da nedeni sorulur mu canım elbette ölümsüz olmak için netice de söz uçar yazı kalır, yazmamın nedeni boş zamanlarımı değerlendirmek, yazıyorum çünkü yazmayı seviyorum. Bu sorunun cevabı bunların herhangi birisi olabileceği gibi hepsi ya da hiçbirisi de olabilir elbette. Ne de olsa herkesin bir nedeni vardır.
 
Önceleri yazı konusunda oldukça katı prensiplere sahiptim. Örneğin her insanın yazdıklarını okumazdım, belirli konular üzerine yazılan yazıları hep birbirine benzettiğimden umursamazdım. Ama artık öyle düşünmüyorum. Herhangi bir insan zahmet edip birkaç satır karalamışsa bile okumaya değerdir diye düşünüyorum. Beğenilir ya da beğenilmez o elbette kişinin taktirine kalmıştır. Yazmak çoğu insan için lise yıllarından kalma bir alışkanlıktır. Yani ilk gençlik yıllarından. Çocukluk ve yetişkinlik arasında sıkışıp kalmış insanlar genelde yazarak ruhlarını rahatlatmak isterler. Bu yazılarsa çoğu zaman unutulmuş bir defterin arasında kalırdı. Ama şimdi öyle değil. İnternette bir çok edebiyat sitesi var ve amatör şair ve yazarları bekliyor. Bu paylaşım açısından çok güzel bir şey. Yalnız şuna dikkat ettim ki bu sitelerdeki yazılanların çoğu aynı konulara dayanıyor. Aslında hepsi birbirine benziyor desem sanırım haddimi aşmış olmam. Bütün edebiyat sitelerinde şiirlerin ve yazıların yegane konusu aşk ve yalnızlık. Elbette istisnalar kaideyi bozmaz. Buradan çıkarılacak en kaba sonuç; herkes aşık ve herkes yalnız. Bu elbette can sıkıcı bir durum. Aynı zamanda bu durum Türk Sinemasının içine düştüğü çıkmazında bir göstergesi. Amerikan sinemasında ya da Avrupa sinemasında konu yelpazesi çok geniştir. Ama Türk sinemasında bu yelpaze aşk, yalnızlık, aldatma ve mafyacılıktan ibarettir. Hayal gücümüzü pek fazla kullanmıyoruz sanırım. Elbette bu konuda da çeşitli istisnalar var. Mesela korku filmi çekmek istemiş sinemacılarımız. Ama çekilen bu korku filmleri Amerikan sinemasının kötü taklitleri gibi kalmış. Halbuki bizim kültürümüzde korkutucu o kadar çok karakter var ki. Sonuç ise elbette ki fiyasko. Çok kez duydum şu sözü; ‘’ Ya adamlar Avatar filmini çekiyorlar, bizim sinemamızdaki şu filmlere bak.’’ Aşk, yalnızlık, aldatmak ve mafyacılık konuları arasında sıkışmış bir sinemadan bahsediyorum. Edebiyatımızda da durum pek farklı değil. Elbette sinema ve edebiyat konusundaki bu düşüncelerime cumhuriyet tarihimizin ilk yirmi yılı dahil değildir. Dönem dönem çekilen çeşitli filmleri de istisna olarak kabul ediyorum, elbette çok enteresan eserleri olan yazarlarımızı da. Bu kısırlığın sebebini şimdi burada dökecek akademik tecrübeye sahip değilim elbette. Ama kültür devriminin, eğitim ve ekonomi devrimlerinden sonra geleceğini bilecek kadar kafam çalışır. İnsanları sinemaya tiyatroya zorla gitmeye zorlarsanız, kitap okumayı ve klasik batı müziğini dinlemeyi bir modernlik ölçüsü sayıp insanlar arasında ayrım yaparsanız olacağı budur. Zorla sanat olmaz çünkü, bu bir  istek mevzusudur. Eğitim ve öğretim döneminde zorla tiyatroya götürülmek istenen insanların çoğu tiyatro salonlarının önünden bile geçmemektedirler. Yani zorla hiçbir iş olmaz. Bunun yanı sıra hiç kimsenin istediği işi yapmamasından bahsetmeyeceğim bile. Çünkü benden önce bir çok yazar bu konudan defalarca bahsetti. Yalnız şunu biliyorum; benim jenerasyonum arada kalmış, kaybolmuş bir jenerasyondur. Bende bir ihtiyarlık alameti olan o meşhur sözü söyleyeceğim; şimdiki çocuklar daha şanslı.
 
Bu şanslılık konusunda şimdiki edebiyatçıların da daha şanslı olduğunu söyleyeceğim. Çünkü günümüzde insan yazdıklarını daha çok insana kolaylıkla ulaştırabilir. Elbette bu durumun hiç hoş olmayan yönleri de var; hiçbir ücret beklememek gibi. Ya da eskisi kadar meşhur olamamak gibi. Ama her ne olursa olsun, eğer güzel bir iş yapıyorsanız, yaptığınız iş eninde sonunda hakkını bulur. Yapmıyorsanız zaten bir şey beklemezsiniz. Lise yıllarımda öğrendiğim ve çok beğendiğim bir söz var; Kemancı sen kemanını çal para da gelir alkış da. Günümüzde meşhur olan yazarlara ise hiçte iyi bir gözle bakmadığımı söyleyebilirim. Zira sanatta torpil olmaz. Ayrıca popüler kültür çok hızlı tükenen bir olgudur. Velakin öyle ya da böyle yazmak ya da okumak ziyadesiyle lüzumlu şeylerdir. Burada amacım sosyal mesaj vermek değil elbette. Zira bu yazımda bahsettiğim zorlamaya dönüşebilir bir durumdadır. Burada eklemek istediğim kişisel görüşümse bambaşkadır. Günümüzde insan bir şeyler yazmışsa belli bir ücret karşılığında yazdıklarını kolaylıkla kitap haline dönüştürebilir. Bu artık her insan için oldukça kolay bir iş. Fakat ben hiçbir zaman hiçbir yayıncıya ücret ödeyip yazdıklarımın kitap haline dönüşmesini istemem. Bende bu edebi kirliliğe sebep olan bir harekettir. Eğer yazdıklarım kitap haline dönüşecek kadar ehemmiyetli şeylerse elbette ki bir şekilde kitap haline dönüşür. Ama yazdıklarım kitap haline dönüşecek kadar ehemmiyetsizse kitap haline dönüşmesi edebi kirlilikten başka bir şey değildir. Elbette hatıra için bastıranlara sözüm yok. Zaten edebiyat ve ticaret birbirlerinin dilinden hiç anlamayan ve hiç geçinemeyen iki ayrı olgudur.
 
Madem yazmak ve yazarlık hakkındaki düşüncelerimden bahsedeyim devam edeyim. Bir insana niçin bunu yazdın ya da yazarken neden bu yolu kullandın diye elbette sorulamaz. Ama bizim edebiyatımızda karşılaşılan ve benim hiç tasvip etmediğim durumlardan birisi de sarhoş muhabbeti durumudur. Kimi yazarlar şairlerin eserleri aynen böyledir. Onları okurken sarhoş muhabbeti dinlersiniz. Eğer sizde alkol almamışsanız keyifsiz bir durumdur bu. Geçenlerde televizyon kanallarından birinde böyle bir şaire denk geldim. Ciddi bir televizyon kanalı bu bayan şairle bir program yapmış. İnanın alkolsüz izlenmezdi bu program. Ömrümde bu kadar çok sıkıldığımı hatırlamıyorum. Kadın yaşını başını almış bir kadın ve makyajı oldukça abartılı. Programda doğadan yararlanılmak istenmiş. Böyle kuşlar, çiçekler, böcekler ve ağaçlar gösteriliyor. Bu bahsettiğim çiçekler böcekler arasında şair bir yandan geziniyor bir yandan da şiirlerini okuyor. Bir karikatüre benziyordu daha çok. Ama bu öyle yavaş bir şiir okuma tarzı ki anlatmanın imkanı yok. Neredeyse bir satır bir dakikada söyleniyor. Çeşitli anlaşılmaz imgeler kullanılarak şiirler daha anlaşılmaz bir hale getirilmiş. Zaten bu durum bizim edebiyatımızda ve sinemamızda bir klişedir; herhangi bir eser ne kadar çok anlaşılmazsa o kadar çok değerlidir diye düşünülür. Müzikten ise hiç bahsetmeyeceğim. Dediğim gibi ben ömrüm boyunca bu kadar sıkıcı bir edebiyat programı izlemedim. Bir de şöyle bir yanlış anlaşılma var ki ben bu duruma da çok sinirleniyorum. Tüm edebiyat ortamlarında şöyle bir anlayış hakim; bir şair ya da yazarın tüm arkadaşları da şair ve yazar olmalıdır. Böyle saçma bir anlayış olabilir mi? Neden böyle olsun ki zaten? İnternetteki edebiyat sitelerinde ise tebrik etmek, yazı dostu olmak gibi durumlar birbirlerini ağırlamaya dönmüş. Benim tanıdığım bir çok kişi daha yazıyı okumadan tebrik butonuna basıyor. Bir de okumadan yapılan yorumlar var ki içler acısı. Şu durumsa bana çok saçma geliyor, o beni tebrik etmiş, bende onu tebrik edeyim. Bu benim yazı dostum, onun yazılarını beğeneyim. Böyle edebiyat böyle sanat olur mu Allah aşkına? Kimi siteler belli bir grubun elinde. Tuhaf bir durum. Ama elbette sanatta torpil yoktur. Kıymetli bir eser ortaya koymuşsunuzdur ya da koymamışsınızdır. Mesele bundan ibarettir.
 
Elbette ki bu yazıda bahsettiklerim tamamıyla benim şahsi düşüncelerim. Beğenilir ya da beğenilmez, okunur ya da okunmaz herhangi bir öngörüm yok. Fakat samimi düşüncelerle şunu söylemem sanırım edep sınırları aşmama neden olmaz; yazımının şuanda son cümlelerini yazarken söyleyebilirim ki oldukça rahatladım ve huzura kavuştum. Bunalım eşiğinden birkaç adım gerideyim artık. Benim için kimi zaman yazmak bir tür terapiye benziyor. Şimdi huzurlu bir şekilde devam edebilirim huzursuz hayatıma…
 

( Yazmak Hakkında başlıklı yazı MESUT ÇİFTCİ tarafından 10.03.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu