Kristal avizeden süzülen gökkuşağı rengi ışık tüm güzelliğiyle salonu aydınlatıyordu. Açık renk koltuklar ve beyaza boyanmış duvarlar insanın içini rahatlatıyordu. Sehpanın üzerinde oldukça sade bir kaç aksesuar ve köşelerde ise gayet bakımlı  geniş yapraklı salon bitkileri vardı. Duvarlara asılmış tek bir tablo dahi yoktu. Odanın sadeliğini ve sükunetini iki arkadaşın hararetli konuşmaları bozuvermişti. 

Kahraman'ın çakır gözleri sanki lav püskürüyordu.  Enine geniş burnunun üzerindeki iri kemiğe emniyet kemeri gibi sarılan gözlüklerini  bir hamlede çıkardı ve sehpanın üzerine koydu. Her bacak bacak üstüne atışında sehpa, milim milim karşı koltukta oturan Fatih'e yaklaşıyordu. Neyse ki Fatih de gayri ihtiyari aynı eylemde bulunduğu için sehpa bulunduğu  koordinatı  pek fazla değiştirmiyordu. 

Büyük kafalı insanların zeki olduğunu duydu duyalı omzunun üstündeki işlevi çok olan organını daha da bir kullanmaya başlamıştı.  Konuşmalarını duyanlar, önsezilerine dayanarak ona muhalefet lideri unvanını  koşulsuz yakıştırıveriyorlardı. Boğazını temizledikten sonra hararetli bir şekilde konuşmaya başladı. 
 
- Şu insanları vallahi de billahi de anlamıyorum! Deprem oldu olacak yaygaraları gırla giderken hala insanlar akın akın İstanbul"a yerleşmeye kalkıyor. Hatta bu duruma "AIDS de neymiş bizim toprağın insanı güçlü kuvvetlidir. Birşeycik olmaz" mantığıyla yaklaşanlar bile var.  Kardeşim korunmadan, herhangi bir tedbir  almadan olacakla öleceğe karşı durulmaz denir mi hiç? Tamam anlıyorum. Büyülü bir şehir! Boğaz Köprüsü; üzerinden geçen her kulunu, sırat köprüsünden akbilsiz cennete geçiş yapıyormuş havasına büründürse de ben yine de bu göçe şiddetle karşıyım! Herkes  yerinde otursun kardeşim! Kıssadan hisse diyeceğim şu ki "İstanbul şehrine de, oranın yerlisine de acıyın canım! Ne var gidip oraya yerleşecek? Tatilden tatile gitsen ölür müsün?

Fatih, arkadaşının aksine daha küçük cüsseli, esmer tenli ve hafif de kiloluydu. Yıllarca dudağın üstünde gururla taşıdığı bıyıklarını yeni kestirince bir türlü yeni haline alışamamıştı. Eskiden kalma alışkanlığı ile eli sürekli burnunun altına gidiyor, her seferinde de geri çekerken içinde hafif bir burukluk yaşıyordu. Dolgun yanakları ona sempatik bir hava veriyordu. Ayrı semtlerde oturuyor olmaları, çocukluk yıllarına dayanan arkadaşlıklarını devam ettirmelerine kesinlikle bir engel teşkil etmiyordu. Fatih, Kahraman'ın cümlesi biter bitmez kaşlarını çatarak karşı atağa geçmişti.  

- Kötü olasılıklar her zaman vardır! Olmaya da devam edecektir! Tabi ki bunun yanında bir de risk alan insanlar olacaktır. Yani sevgili eşim Yeliz ve ben gibi! Yaşamak budur zaten! Ne yani yolda giderken lastik patlayabilir, arabaya aniden biri çarparsa takla atabilir diye arabaya binmiyor muyuz? Ya da düdüklü tencerenin patlama olasılığı var diye hanımlarımız bu meleti kullanmıyorlar mı? Karşıyakalı'sın ya! Herşeye bir karşı çıkacaksın yani!  Hem sen de benim gibi Ankara da yaşıyorsun. Hadi İstanbul'da yaşıyor olsan biz de taşınınca oksijenin azalacak, denizin kirlenecek vs. diye  düşüneceğim. Bizim İstanbul'a gidiyor olmamızdan sanane be kardeşim!   
 
- Ne alaka canım! İstanbul'da doğmuşum daha yaşımı doldurmadan Ankara'ya gelmişiz. Ama doğduğum yeri de korumak zorundayım.  Haksızsam haksızsın de o zaman! Pek çok kişinin daha  oturduğu konutun depreme dayanıklılık raporu var mı yok mu diye haberi bile yok! Ezbere yaşıyor yani!

- Ona kalırsa benim de seninle yaptığım tartışmadan sağ çıkıp çıkmama garantim yok! Tüketiyorsun beni! Ama sana katlanmak zorundayım. Maalesef en yakın dostumsun!

- Ne o? Yoksa pişman mısın? Aramızda resmi olarak imzalanmış bir dostluk sözleşmesi yok! İstersen arkadaşlığımızı bir celsede eşlerimizin huzurunda feshedebiliriz! 

- Yahu ne diyeyim sana! Ömür adamsın.  Yani memleketini öyle sahiplenmişsin ki. Hani oyuncağı dolabın üstünde duran bir kere bile oynamayan ama başka biri isteyince kıymete binen "Hayır o benim! Vermem" deyip sıkı sıkı sarılan çocuklar olur ya tıpkı öyle  davranıyorsun. Yahu karımın bütün sülalesi orda! Bana baskı yapıyorlar. Kayınvalidem her seferinde bana sitem ediyor. Bize ev tutacaklarmış, kirasını da onlar vereceklermiş! Ne yapayım? Yıllardır karım ailesine hasret çekti.  Onu da düşünmem lazım. 

Çiçekli böcekli mutfak önlüğüyle kafasını salonun kapısından uzatan Kahraman'ın eşi Zahide sitemli bir şekilde konuştu. 

- Pes doğrusu size! Deminden beri sesleniyoruz yemek hazır diye. Hadi mutfağa gelin.   Yeliz çorbaları doldurmaya başladı bile! 

Kahraman ve Fatih aralarındaki konuşmayı keserek usul usul mutfağa geçmişlerdi. Hanımlar birbirleriyle şakalaşıyorlardı.  Arada bir "Tuzu bir uzatır mısın? Canım bir dilim ekmek daha alabilir miyim? Limon yok mu?" gibi klasik sofra söylemleri sırasında Fatih, Kahraman'ın çorbasını bir türlü bitiremediğini farketti. Gülümseyerek laf attı. 

- Lütfen çorbanı bitir! Bak Zahide alınacak sonra!  Beğenmesen bile iştahla yiyeceksin oğlum! Sofra adabıdır bu! Bilmiyorsan öğren de gel!

Kahraman,  kaşığı sert bir şekilde tabağın yanına bıraktı. Önce Fatih'e sonra Yeliz'e çevirdi gözü yaşlı bakışlarını. Ardından sert bir yumruk geçirdi masaya.   

- Yahu anlasana be! Hayatımdaki en kıymet verdiğim insansın! Ana yok, baba yok! Seni ben kendime kardeş bildim! Siz de giderseniz bizim kapımızı kim çalacak? Kiminle didişeceğim ha söyle! Dostluğun kitabında beni böyle yapayalnız bırakıp İstanbul'a gitmek var mı? 

Fatih'in ağzındaki lokma büyüdü de büyüdü. Yutamadı bir türlü. Karısı alelacele  bir bardak su uzattı. Bir yudum içtikten sonra  elini Kahraman'ın elinin üstüne koydu. Gözlerinden süzülen yaşlara mani olamamıştı. Daha sonra ikisi birden ayağa kalkarak sarıldılar birbirlerine. 

Yeliz ve Zahide de eşleri vasıtasıyla birbirlerini tanımışlar ve güzel bir dostluk kurmuşlardı. İkisinin de bu konuşma sonrası gözleri dolmuştu. Yeliz, en yumuşak ses tonuyla Fatih'e seslendi. 
 
- Hayatım! O kadar üzüldüm ki şu anda anlatamam! Sen İstanbul'a benim ve ailemin gönlü olsun diye mi yerleşeceksin? Peki sen ne düşünüyorsun? Hay Allah! Bunu sana bugüne kadar hiç sormadığımı yeni farkettim! Anladığım kadarıyla sen de burada kalmak istiyorsun! Peki neden bunu açık açık söylemedin ki? 

- Sen üzülme diye!

- Peki sen üzgünken ben mutlu olur muyum sence? Gitmiyoruz İstanbul'a. 

Kahraman ve Fatih öylece kalıvermişlerdi. Sessizliğin hakim olduğu bir kaç saniye sonrası mutfaktan kahkahalar yükselmeye başlamıştı. 

Aysel AKSÜMER 
( Yürek Göçü başlıklı yazı AyselAKSÜMER tarafından 28.03.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu