Hayata hakkında verebileceğim tek doğru bilgi; her şeyin her an değişebileceği gerçeğidir. İnsanın en sevdiği bir anda en nefret ettiğine dönebildiği gibi tersi de her an mümkündür. Hayatta hiçbir şeyin garantisi yoktur şeklinde bir genelleme yapmak elbette yanlış olur. Zira ben hayatta üzerine garanti verilebilecek bir şey biliyorum; ölüm. Hayatta yalnızca ölüm hakkında garanti verebiliyorum. Ben ve diğer tüm canlıların günün birinde öleceğini garanti edebilirim. Ölümsüzlük yalanı ise her canlının kendini inandırdığı en büyük yalanlardan birisidir ve bilim kurgu için vazgeçilmez bir konu olduğunu düşünüyorum. Ölümsüzlüğün sıkıcı olduğunu düşünenlerden olsam da şöyle bir itirafta bulunmam gerekir ki bende herkes gibi ölümsüzmüşçesine yaşamaktayım.
 
Elbette ölüm tatsız bir konu ve böylesine tatsız bir konuyla yazıya başlamak benim için olsa olsa koskoca bir talihsizliktir. Ama mevzu hayat ise ölümden bahsetmeden hayatı anlatamazsınız. Sevdiğim bir şair yaşamanın ölme yollarından en yaygını olduğundan bahsediyordu. Bu sevgili şaire katılmakla birlikte bazı eklemelerde bulunmak istiyorum. Hadiseye mantıksal olarak yaklaşacak olursak ölmek için öncelikle yaşamak gerektiği gerçeğine ulaşırız. Yani önce canlı olmak gerekir ölmek için.  Hiç yaşamamış birisi, hiç ölmeyecektir de. Bu insan zihninin kolay kolay anlamlandıramayacağı bir konu elbette. Üstelik konumuz bu değil bu yazıda. Hayatın değişkenliğinden bahsetmek istiyorum aslında. Ama dediğim gibi hayattan bahsedeceksek ölümden bahsetmeden olmaz. Ölümün bir son olduğuna inanmamakla birlikte bir bakıma son olduğu gerçeğine de yüz çevirmem düşünülemez. Ama her son, en az bir başlangıcın müjdecisidir. Zaten hayatı çekilir kılanda budur.
 
Hayat çözülmesi imkânsız bir denklemdir. Yani etkili bir örnek verecek olursak; ömrünüz boyunca yüzünü dahi görmediğiniz bir insanın canı sıkılıyor diye birkaç saniye içinde ölebilirsiniz. Bu nasıl olur bilemem ama olabileceğine eminim. Her olay birbirini tetiklemektedir çünkü. Yani şimdi içinde bulunduğunuz ruh hali ve şu anki yaşama koşullarınız hiç tanımadığınız insanlar tarafından belirlenmektedir. Bununla ilgili birçok hikâye yazılmıştır elbette. En yaygın olanı ise küçük bir kız çocuğunun gülümsemesi ise yangından kurtulan insanların hikâyesidir. Bu hikâyeyi burada tekrar kaleme alacak değilim elbette. Zira internette kolaylıkla bulunabilir nitelikte bir hikâyedir. Burada anlatmak istediğim yaşadıklarımızın ve hissettiklerimizin kendi kontrolümüz dışında yönetildiğidir. Elbette bizimde bu çorbada tuzumuz vardır. Yani biz nasıl etkileniyorsak, diğer insanları da aynı şekilde etkileyebiliriz. İyilik yap iyilik bul olgusu işte böyle bir olgudur. Ben zerre kadar iyiliğin dahi ödüllendirileceğine ve zerre kadar kötülüğün bile cezalandırılacağına inanıyorum. Çünkü bu bahsettiklerim bizzat benim başıma geldi hayatta. Yalnızca bir kez gördüğüm birisine daha sonra verdiğim selam hayatımı kurtarmıştı.  Bu nasıl hassas bir terazi anlatmanın ve anladıktan sonra çıldırmamanın imkânı yok. Ben yıllardır kötülük yapıyorum ama şimdiye kadar bir zararını görmedim ya da ben yıllardır iyilik yapıyorum ama şimdiye kadar bir yararını görmedim diyenlere açık yüreklilikle söylüyorum; eninde sonunda yaptıklarınızla yargılanacaksınız.
 
Ben kontrollü yaşamaya çalışan bir insanım. Hayatımın kontrolü kendi elimde olsun isterim, hayatımı kendim yönetmek isterim. Ama bunun imkânsız olduğunu da biliyorum. Ömrüm boyunca her zaman hayata dair planlar yaptım ve her yaptığım plan hayatın planına yenik düştü. Neticesi iyi ya da kötü oldu bilemiyorum ama hiçbir planım yerli yerince tutmadı. Hayat değişkeni kendisine dair yaptığım tüm denklemleri alt üst etti. Şimdilerde kendi kendime sık sık hatırlattığım söz ise; su akar yolunu bulur endişelenme. Yine de kendimi plan yapmaktan ve kontrolü sağlamaya çalışmaktan alıkoyamıyorum. Bu oldukça can sıkıcı bir durum elbette. Kontrolü elinde tutmak isteyen bir kişi bitmek bilmeyen stres buhranlarına hazırlıklı olmalıdır. Sürekli düşünmek ve durmaksızın planları yenilemek insanın yaşam enerjisini sömürdüğü gibi ruh sağlığına da menfi yönde etkiler. Bu bir kısır döngünün içinde hapsolmak gibidir. Oysa ipin ucunu biraz olsun bırakmak lazımdır. Bu mesajı özellikle kendi alt benliğime geçiyorum. Düşünmekten ve kurgulamaktan vazgeçip hayatı biraz olsun oluruna bırakmalı insan. Yani eğer insan sabahleyin uyandığında saçlarının ne şekilde olacağını bile planlıyorsa ruh sağlığı zarar görmüş demektir. Hayatı biraz da kendi haline bırakmak lazımdır. Sanırım olacaklara hazırlıklı olmak daha önemli. Bir de her dağda bir han yapmakta fayda var.
 
İnsanın çelişkileri var. Bir gazete haberinden ibaret midir bilemiyorum, insanın beyninin ancak yüzde beşini kullanabildiğinden bahsediyordu. Bu rakamın elbette insandan insana değişiklik göstermekte olduğunu da ekliyorlar. Özellikle insanın bu dünyaya boş bir zihin ve beyinle geldiğiniz düşünüp çok kısa bir süre yaşadığını düşünürsek hayatı anlamanın ne kadar zor olduğunu ortaya koymuş oluruz. İnsanın ilk on senesi çocuklukla, daha sonraki beş senesi çocukluktan kurtulmakla, daha sonraki beş senesi büyümeye hazırlanmakla geçiyor. Yirmi yıl bir cümlede uçtu gitti. Geriye kalan ömrünün ilk on yılında yaşayabilmek için çalışmak zorunda, ayrıca kendini dünyaya getirenlere kendisi de bir insan dünyaya getirerek borcunu ödemek zorunda. Çalışma, evlilik derken bir on yılda öyle geçiyor.  Toplamda otuz sene ömrümden gittikten sonra eğer işler yolundaysa tam on senesi var hayatı anlamak ve anlamlandırmak için. Kırkından sonra çocukların büyümesi meselesi, evlilikleri, işe girmeleri yani kendi ayakları üzerinde durmalarına olanak sağlanması. Elli yaşında ise vücudun artık kendini yenilememesiyle ortaya çıkan hastalıklar ve atmışlı yaşlar hastalıklarla mücadele, bedenin zayıflaması. Yetmişli yaşlarsa çocukluğa tekrar dönüş. Velhasıl-ı kelam ortalama bir insan ömrünü yetmiş yıl alırsak, bu yetmiş yılın içinde yalnızca ortalama beş yıl gibi pek saz bir süre de insan hayatı anlamaya ve anlamlandırmaya çalışır. Artık ne kadar başarılı olursa. Elbette bu ortalama bir insan için verilen farazi rakamlardır. Ortalama bir insan olmayı beceremeyen bazı kişiler için bu anlama ve anlamlandırma işinin süresi arttıkça artar.  Öyle ya da böyle ben hayatın denklemini çözebileceğimize zannetmiyorum. Çünkü öncelikle kapasitemiz yeterli değil.
 
Hayatta değişmeyen tek şey değişimin kendisi ve her canlının öleceği gerçeği. Gerisini ise ne siz sorgulayın ne de ben sorgulayayım diyeceğim ama zihnim buna izin vermiyor. İnsan sorgulamaksızın nasıl yaşayabilir Allah aşkına?

( Hayat Ve Değişkenliği Üzerine Fikir Beyanatı başlıklı yazı MESUT ÇİFTCİ tarafından 3.04.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu