Pencere kenarındaki küçük masasında gözü bilgisayarın ekranındaydı
Necati’nin. Sırtını sandalyesine yaslamış, açtığı sayfaya dikkatlice bakıyordu.
Üzerinde pijama takımı, ayağında
terliği, gözünde yakın gözlüğü ile pazar keyfi yapan bir adam profili çiziyordu.
Ama dış görünüş hiçbir zaman kişileri
aldatmamalıdır diye de yabana atılmayacak bir söz vardır.
Yine özgeçmişini istiyorlardı. Yüzünü buruşturdu. Kaşları çatık bir halde kafasını sağa sola çevirdi.
“Şimdi gelmişine de, geçmişine de,
geleceğine de” dedi sonra da “tövbe tövbe sen affet beni Allah’ım. İşten önce günaha
giriyorum” diye devamını getirdi.
Bu kaçıncı iş başvurusuydu hatırlamıyordu bile. Her seferinde “üveyi
var mı ki özü olmuş bu zıkkımın” diyor ve özgeçmişini homurdana homurdana güncelliyordu.
Aslında pek bir değişiklik de yapıyor sayılmazdı. Doğduğu yeri ve
yılı demirbaş bilgisiydi. Okuduğu okul da öyle. Bildiği yabancı dile eğer
sayılsaydı küfür de eklemek isterdi ama
içinden sayıp sövdüklerini kağıda geçirmenin işe yaramaktan çok elenmeye yarayacağını
düşünerek vazgeçti.
Çocuk sayısı da hep aynıydı. Yalnız boşta kaldığı süre zarfında
hanımı bir düşük yapmıştı. Ama canlı doğumların nazari dikkate alındığı
gerçeğiyle yine eldeki ve evdeki mevcutları
yazdı. “İki çocuk babasıyım” diye.
En çok değişiklik de adres bilgilerinde oluyordu. Sürekli artan
kiralar onu daha düşük kiralı evler aramaya itiyordu. Bu itiş, sonunda evini
şehrin bitişine kadar getirmişti. Adı büyükşehirde oturuyor geçiyordu ama hep
küçük ve kenar semtlerde yaşadığı için bu büyük ayrıntının kenarından
köşesinden, ana caddelerinden bile geçemiyordu.
Kendini metheden insanlardan hiç hoşlanmazdı. Çünkü “bırak da seni başkaları övsün”
nasihatleriyle büyümüştü. Ama bu özgeçmiş denilen belgenin içine istese de
istemese de kendini öne çıkaran özelliklerini yazması gerekiyordu.
Bir an kendini emlakçı gibi hissetti. Size çok güzel bir ev göstereceğim. Elimde
anahtarını görmüş olduğunuz bu ev; üç oda, bir salondan oluşmakta olup, güney
cepheli, balkonlu ve kombilidir der gibi
başladı kendini anlatmaya.
Üç dil bilmeyi çok isterdim
ama Türkçe dışında başka lisan bilmiyorum. Her cepheden içim dışım
aynıdır. Herkese arka çıkar, kimseye arkamı
dönmem. Biraz balkonvari bir göbeğim var. Kendimden sıcak kanlıyım. Soğuk
esprilerim yoktur. Sigarayı da
geçmişimin dumanlı sayfalarına bıraktığımdan beri ağzıma hiç sürmedim. İç duvarlarım
sağlamdır. Sesimi dışarıdan duyulacak kadar yükseltmem. Verilen sırrı içime
hapsederim. Dostluğu tuğla tuğla içime örerim.
Hanife, önünde mutfak önlüğü, elinde çay tepsisi salonun kapısında
öylece kalmıştı. Tutulan dili bir süre sonra çözülmüştü.
-Vah vah! Sonunda bu da mı başımıza gelecekti. Dağ gibi kocam,
geçmiş camın kenarına, kendi kendine konuşuyor. Özgeçmiş hazırlayacağım diye kendinden geçmiş.
Geçmiş olsun kocacığım. Geçmişler olsun geleceğimiz. Tez vakit şifalar ver Necati’me
Allah’ım.
Aysel AKSÜMER
(
Bir Özgeçmiş Öyküsü başlıklı yazı
AyselAKSÜMER tarafından
14.04.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.