EŞEK TEPEYİ AŞTI
Değirmende işini erken bitiren Ahmet, öğüttüğü ununu eşeğine yüklediği gibi köyün yolunu tutmuştu. Evden aceleyle çıkarken yanına azık da almamış, işinin daha erken biteceği umuduyla acıkmadan eve döneceğini hesaplamıştı. Evdeki hesabın çarşıya uymadığı gerçeğini unutmuştu.
Çalışırken pek hissetmiyordu ama ununu çuvallayıp eşeğine yükler yüklemez acıktığını hissetti, derinden. Issız, kimsesiz değirmenin civarında lokanta ya da bakkal mı vardı ki biraz yiyecek bulup da nefsini körlete. Aklına yol üstündeki halasının köyü geldi. Halama uğrar, hem hasret giderir, hem hal hatır sorarken onun çıkaracağı bir şeylerle karnımı doyururum düşüncesiyle yolculuğun nasıl geçtiğini anlayamadı. Köylerde adettir. Misafir, yemeksiz kaldırılmaz. Ama bu köy, “ekmek çıkarsam yer misin?” söylemiyle ünlenmiştir. Yani kentin âdetini daha çok benimsemiştir. Çünkü gelen misafirini köylü, “Gelmek iradeyle, gitmek müsaadeyle, birkaç gün bırakmam” Sözleriyle karşılarken şehirli “Hoş geldin, ne zaman dönüyorsun?” dermiş.
Şansı yaver gidiyordu. Köyün girişinde kuzeniyle karşılaştı. Halasının kızıyla kardeş gibiydiler. Ayrı köyde yaşamalarına rağmen sık sık görüşür konuşurlardı. Emsallerdi. Birbirlerinden gizlisi saklıları bile yoktu. Öyle uzun bir muhabbete dalmışlardı ki eşeğin yanlarından uzaklaştığını bile fark edememişlerdi. Birden aklına geldi kuzenin. Ahmet’e hitaben:
-Uzun yoldan geliyorsun. Acıkmışsındır. Pilav pişirsem geç kalır. Dürüm dürsem ayıp olur. Eşek tepeyi aştı. Dayıma selam söyle…
Kuzeninin sözleriyle neye uğradığını şaşıran, eşekten düşmüşe dönen, güvendiği dağlara karlar yağan Ahmet, büyük bir düş kırıklığıyla vedalaşıp eşeğine yetişebilmek için yeni bir gayretle yola koyuldu… Çünkü öyle onurluydu ki Ahmet, karnının doymayacağı yerde açlığını belli etmezdi.