SAMİMİYET
1960’lı yılların sonlarıydı. Ordulu Mustafa diye bir pehlivan, Kırkpınar’da esip savuruyordu. Üst üste başpehlivan oluyor, altın kemeri kimselere kaptırmıyordu. Bir gün Ordulu’nun ilimize geldiğini statta güreş yapacağını duyduk. Dört arkadaş, ordulunun güreşini izlemeye gidiyoruz. Yolda herkes, izlediği ya da duyduğu güreşleri anlatıyor iştahla: aldı Ali Galip, bakalım ne dedi.
- Bir gün bir başpehlivan çıktı meydana: heybetli, enine boyuna. Her tarafı sırım gibi kas. Karşısına, kötü mötü, ufak tefek, lalettayin birini çıkardılar. Aynen bizim Rasim Ağabey … Sözün burasında Salih Ağabey:
-Ulan Ali, herifin yüzüne karşı bari söyleme. Ne kadar saygısızsın yahu!
-Ne dedim ki?
-Daha ne diyeceksin adamcağızın ne kötü mötülüğünü, ne lalettayinliğini koydun. Ayıp değil mi? Hem ben ondan en az, beş altı yaş daha büyüğüm. Ona Rasim Ağabey diyorsun, bana Salih. Ne iş?
-Ben samimi olduklarıma, sevdiklerime hitabderim, adıyla!..