{Bir Gülcenaz Masalı}
Bir zamanlar tüm mevsimlerin zaman zaman toplandığı bir ülke varmış.
Bir kaç yıl arayla bir araya gelir, birbirilerine anılarını anlatır, paylaşır hasret giderip eğlenirlermiş.
En son ilkbahar gelirmiş ve onun anıları daha eğlenceli, daha mutluluk dolu olduğu için bir türlü keyfinden vaz geçemez bekletirmiş diğer arkadaşlarını.
İşte yine bir yıl toplanmaya karar vermişler.. Kış gri bulutlu yağmurlu bir günde gelmiş randevuya, saçlarından sular süzülüyormuş, kucağında kar taneleri..
—Kimse yok mu? Diye seslenmiş
Yaz, gülümseyerek koşmuş.
—Hoş geldin. Sevgili kış, geldim. Çok sıcaktım bunaldım. Hızlı yürüyemedim. Bu yıl ağustos oğlum sıcağını geç bıraktı, yoruldum terledim biraz.. Haziran kızımla işlerimiz vardı, dağ yamaçlarında eğlendik… Oradaki serin rüzgarları ısıtmak çok vakit aldı.. Büyük oğlum temmuz da, o kocaman gökdelenlerin bulunduğu ülkelerde çok yorulmuş.
Öyle güç oldu ki sahillere ulaşmam. Şehrin nemini kaldırıp insanlara tatlı bir sıcaklık verebilmem. Anlayacağın işimiz her geçen gün zorlaşıyor nedense. İnsanlar doğanın dengesini bozmakta ısrarlı, nasıl düzelecek bilmiyorum, çok üzülüyorum.
—Ah! Diye sızlanmış kış.
—Sorma o hepimizin derdi bu yıl çok geç işe başlayabildim. Aralık oyun etti bana, süresi dolduğu halde gitmedi.. Yılbaşında bile kar yağdıramadım, oysa çocuklar oğlum ocakta 1 yaşına bastığı gün, bembeyaz karlarla kardan adamlar getirmesini bekliyordu. Büyük kızım şubat’a çok iş düştü. Allahtan ki mart ablasına yardım etti de sonlara doğru kar yaptık.
Havayı azda olsa mikroplardan, eksoz dumanlarından temizledik. Haklısın, insanlar doğa konusunda çok dikkatsiz ve umarsız. Korkarım gün gelecek çalışamayacak kadar hasta düşeceğiz.
Kış ile yaz böyle sohbet ederlerken ilkbahar gelmiş, biraz buruk, biraz hüzünlü bir gülümseme ile.
Yaz, şaşkın bakmış.
—Hayrola ilkbahar, niye böyle önce sen geldin, hani sonbahar? Oysa sen hep geç kalırdın, ne oldu hazana? Demiş.
Kış lafa karışmış.
-Evet ya ilkbahar neler oluyor? Gözlerindeki bu hüzün ne? Seni hiç böyle görmedik biz, anlat lütfen sonbahar nerde?
Göz pınarlarında çiğ taneleri, ilkbahar kederli ve ümitsiz bir bakışla susmuş ‘yok bir şey’ diyerek.
Derken sonbahar gelmiş. Onun yüzünde de aynı ifade, büyük bir hayranlıkla ilkbahara bakmış. Ama o da susarak toplantıdaki yerini almış… Tuhaf bir sessizlik olmuş bir an, kimse konuşmuyormuş. Yaz ile kış endişe ile birbirilerine bakmışlar.
Kış yavaşça demiş ki;
—Gel biz bunlarla ayrı ayrı konuşalım, bir sorun var belli.
Kış ilkbaharı çekmiş bir kenara yaz sonbaharı. Kış sormuş.
—Ya güzeller güzeli yüzlüm, gülüm, gülşenim ilkbaharım, derdin ne sen böyle değildin?
İlkbahar mahzun menekşe bakışlarla sessizce ağlıyormuş. Derin bir ‘ah çekmiş söyleyemem, söz verdim.’
Diğer yanda yaz sonbahara aynı sorularla derdini anlamaya çalışıyormuş.
—Sevgili hazanım. Bilirsin seni severim. Benden sonra gelir eylül, kız ekim kasım oğlanla, havayı biraz yumuşatır. İnsanları, doğayı kışa hazırlarsın, çok önemlisin sen. Neyin var, lütfen paylaş benimle, biz dostuz.
Güz, yağmur ve dolu gözlerindeki ümitsiz sarı yaprakları, yazın ellerine bırakmış ve.
—Ne desem, nasıl anlatsam ki? Çok mutsuz, çok umutsuzum. Bu öyle bir dert ki anlatması, izahı zor. Belki anlatsam beni kınarsın ama anlatacağım çünkü çok doluyum bu yükü tek başıma taşıyamayacağım. Sevgili dostum ben aşık oldum. Ah! Bu yaştan sonra bu ne aşk diyeceksin değil mi?
Biliyorsun ben yalnız bir mevsimim. Eylül ve ekim senin torunların, kasım ve aralıkta kış’ın torunları. Her hazan vakti geldiğinde içimdeki yalnızlık büyür.
Kimse bilmez ama içimde hep yeşil yapraklar vardır onları saklarım mevsim rüzgarlarından..
Uçup gitmesini, yitmesini istemem. Geçen yıl tesadüfen ilkbahara rastladım, öylesine hoştu ki. O pırıltılı gözleri ile yüreğime sıcacık aktı, papatya tenindeki tazelik gül tadı dudağındaki kızıl alev kalbimi yaktı.
Genç menekşelerdeki hazza, pembe karanfillerdeki letafete kapıldım. Masmavi bulutlardan ılık bahar güneşinin ahengiyle yaklaştı güz güllerime. Birden coşup taştım, sonbahar olduğumu unutup kendimi, ilkbaharın taze çığlıklarına bıraktım.. Bilirsin baharda benim gibi yalnızdır Nisan ve Mayıs kuzenleridir.
Anlayacağın biz zaman ve mekân kavramımızı yitirip karışıverdik bir birimize. Aslında çok söyledim, defalarca ikaz ettim. Git ilkbahar yaklaşma bana sen çok gençsin, ben sana uygun değilim hatta birazda deliyim dedim.. Bakma mevsimlik güz güllerime çabuk solarlar, bakma kasımpatılarıma tez kışa teslim olurlar.
Dinlemedi beni daha çok yaklaştı, kucağındaki taze gelincikleri yüreğime bıraktı. Sarıldı, sardı. Canımı içine can oldu. Dedi bende baharım, sende bahar; ha ilk olmuş, ha son ne önemi var? İki yalnız deli, kime ne bu sevda bizim değil mi? Boşuna direnme hazanım, sendeki olgun hazlara hayranım.
Gizli gizli söyleştik, sevdik, sevildik. Ah! Nasılda aldı götürdü beni yemyeşil ağaçların gölgesindeki serinliğe. ‘Al kalbimi sakla’ dedi,’o mağrur güzelliğine. Öylesine umutsuzum ki bir mevsimlik ömrümde bin baharlık sevda topladım. Başa bu da gelecekmiş çaresizliğime ağladım. ‘Söz ver bana’ dedim, ‘bu sevda sır kalmalı, vuslat yok bize ama kederde olmamalı.’
Yaz gülümsemiş.
—Şimdi anlaşıldı, neden kışla benim zamanlarımızda işler aksadı. Şiir gibi bir sevda zaten size yakışırdı. Toplantı dağıldı, mevsim yazdı. Güz’ün gül dikenlerinde kalbi kanadı. Ve kış ilkbaharı alıp uzaklaşırken gökyüzünde bir melek gök kuşağını çizdi. Bundan böyle her imkânsız sevda burada buluşsun dedi. İşte o gün bu gündür âlemi-semada ilk baharla sonbahar buluşurmuş. Her kavuşmalarında mevsimler durur, güneşe yol olurmuş.
İki mevsim bir aşk, böyle bir hikâye imiş. Masal bu ya gülümseyin, mevsimlerde severmiş..
——————————–Şükran Aydoğan / YALOVA / 20 / AĞUSTOS / 2010 /