Kirli, yorgun bir gündü tamamlanan. Çiseyen yağmur egzoz ve homurtulara karışarak benim gibi evinin yolunu tutan kent sakinlerinin tepesine inmekteydi. Çöp yığınlarından yükselen şu iğrenç kokuyu saymazsak özlemişim tozun toprağın kokusunu. Derin bir nefesle çektim doyasıya içime; dağı ovayı vadiyi. “Ah ulan ” dedim kendi kendime “ kaz dağlarının tepesinde olacakta, iki yana açtığın kollarınla bir kuş gibi süzülecektin şimdi gri bulutların arasında”

Yolun öte yakasına geçiyormuşum fark etmedim, ıslak zeminde kayan bir fren sesi. Şoför el kol hareketleri içerisinde yanındakine sürekli beni işaret etmekteydi. Açılan camdan dışarı bir baş sarktı. Bağırırken büzülen ağzındaki ağır makyaj ıslanmış, kandamlaları gibi hızlanan yağmur akıntısına karışmaktaydı. Aldırmadım, duymadım söylediklerini. İltifat edecek hali yoktu ya! Bu kez uzaklaşan araçtan aynı baş, orta parmağını kaldırmış sallamaktaydı ortalık yere. Patladım ben de “Haydi oradan isterik cadı sende. Dikleşerek sallananlarla bozmuşsun kafayı!”

Limandan tanıdık birkaç gölge gülüşüyormuş bana. Çektiği ağlarda kum gibi kaynayan hamsilere bakarken ki o tiz kahkaha boğuyordu ortalığı.

“ Patron, sen ha!” dedim.

“ Kim olacak, ben ya! Ne o, görmeyeli düz yolda yürümeyi de unutmuşsun sen be!”

Omuz silkerek,

“ Dalgınlık işte!”

Kahkaha krizleriyle törpülenen dili konuşmasını büsbütün anlaşılmaz kılıyordu. Böğürtüler arasındaki sayıklamasıyla deminki kadına ne kadarda benzemişti. Karanlık çoktan çökmüş, sokak lambasının pusu delerek geçen şavkı patronun kel kafasında ışımıştı.

“ Bekâr admııın hi hi hiii ..şi olmaz. Hadi yolun sonundaki hi hi hii, kahvede sıcak bir şeyler içelim.”

Yanında ki diğer ikisini tanımıyordum. Mazota bulaşmış pantolonlara bakılırsa balıkçı olmalılar. Bir bardak çay içmeden katiyen bırakmazdı beni. Ayaküstü konuşmaktan usanmaz yoldan gelip geçene aldırmadan saatlerce sürerdi konuşması. Hiç değilse kahvede eşe dosta denk gelirde onlara havale ederdim şu ukala küfesini.

Kahvedeydik. Tavşankanı çaylar çoktan gelmişti masaya. Belden boğuk, enlemesine yaldızlı, üzerinde dumanlar, tam dört bardak çay. Dairevi hareketlerle şıngırtılar arasında döndürülen kaşıklara bakmaktan benim de bir an başım döndü. Patron zor anlaşılır konuşmasıyla

“ Fırtınaya tutulan taka, sulara bata çıka zor ulaşmıştı limana. Adamlar korkmuş bir kere dinler mi artık seni hiç! Karayı görünce topukladılar hepsi de. Bir ben kaldım gemide. Hi hi hii şu bizim…”

İtiraz eden bir çalışanın cılız sesi keser sözünü,

“ Yapma ama be patron! Fareler bile can havliyle halatların üzerinden kaçmaya çalışmıyor muydu karaya doğru?

Eliyle boyunu göstererek,

“ Allah inandırsın nah işte, tam şu kadardılar hepsi de vallahi, ”

( İsterik Cadı, Haydi Oradan Sen De.... başlıklı yazı Aydin Akdeniz tarafından 15.05.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu