Nedve'den çıktığında vakit hayli ileriydi. Gecikecekti eve. Sokağın sonuna ulaşınca Kabe'nin önünde durdu. Kumla karışarak savrulan rüzgara karşı iyi bir korunak olabilirdi duvarları. Gecenin karanlık ve ayazı iliklerine kadar işlemişken yüreğini ferahlatsın diye atalarından öğrendiği duayı mırıldanmaya başladı;
- Ey Mekke'nin yüce ilahı, gökyüzünün turnaları;
  Lat, Menat ve Uzza. 
  Ben ki, adım uzza'nın oğlu.
  Yardımınızı esirgemeyin üzerimden.
Dört duvar arasına vaktiyle kendi elleriyle bıraktıkları bu nesneler işitebilecek miydi sesini? aklına düşeni kovarcasına, boşlukta panikle elini salladı. Suçluluk duymak istiyor fakat gönlü bir türlü yanaşmıyordu buna. Yontucuya onca para vermişken nasıl yanaşsın! Dirhem dolu irice çıkını cebe indiren yontucunun pişkin pişkin sırıtan yüzü gitmiyordu ki gözünün önünden. Kuzeyden bir yerden bulup getirmişlerdi adamı. Taş ve ağacı işlemekte üzerine yok diyorlardı. 
İçeride, hareketsiz öylece duruyor tapındıkları. Kendilerine bile hayrı yok bunların. Bilmiyor sanki diğerleri. Ama sessiz kalmak gerek, sessiz. Yeğeni, " dinini kabul edersem benim için ne var? diye sorduğunda, " Diğer iman edenlere ne varsa senin için de o var." diye cevaplamıştı. Mekke'nin düşkünleriyle bir arada olacak değildi ya! Hele ki şu siyahi kölelerle omuz omuza vermek... Karısı, geçtiği yollar üzerine dikenli çalılar bırakmıştı. Kendisi de şu Safa Tepesi'ne çağırıldığı zaman taşlamamış mıydı onu? Ama yine de engelleyemediler. Ömer bile onca hıncına rağmen gidip aralarına katılmıştı. Bambaşka biri olup çıktı Ömer, değişti. Yumuşadı kalbi. Belki haklıydı yeğeni. Okudukları insanın yüreğine işlese de, şairler utançtan Kabe duvarlarında ki şiirlerini indirseler de değil mi ki başkalarıyla eşit tutuluyordu sonuçta. Kureyş'in efendisi razı gelemezdi  buna. 
 Dönüş yolunda Ebu Sufyan'la karşılaşıyor. Yanında ki adam, düşündü, tanımıyordu onu. Aralarında hararetle konuşuyorlar. Ebu Sufyan;
" Kervanlarımızın silah taşıdığını öğrenmiş, Mekke'nin hazırlığından haberdarlar şimdi. İşimiz zor, dikkatli olmalıyız." Demişti adama. 
Onu görünce sustular. Ebu Sufyan;
" Hazırlan Abdu'l- Uzza, yakında sefere çıkılacak. Yeğenin Bedir Kuyuları önünde karşılayacakmış bizleri." Dedi, yüzüne alaylı şekilde bakarak. 
Son günlerde bir şeyler olmuştu kendisine. Çılgınlığın eşiğine gelmiş, en ufak şeye kızıp öfkeleniyordu. Kabuslar görüyordu rüyalarında. Yaprağın hışırtısı, önüne düşen gölgeler korkuya kapılması, paniklemesi için yetip artıyordu. Mekke'lilerin diline düşmüştü iyice. Alaylı bakışa içerlese de karşılık vermeden ayrıldı yanından. O gidince Ebu Sufyan yanındakine fısıltıyla;
" O'nun amcalarından biridir bu. Ebu Leheb diye bilinir. Yeğenine olan düşmanlığı nedeniyle itibarı zedelenmiştir. Geleneklerimizde bir yakına böylesi bir tutum hoş karşılanmaz." Adam;
" Peki, nasıl düştü bu duruma?" Ebu Sufyan;
" Kimileri, lanetlendiği için oğlu Uteybe'nin aslanlar tarafından parçalandığını söyler. Bu olay etkiledi onu, sinirleri fazlasıyla bozuldu."

( Kuruyası Bir Eldir Ebu Leheb başlıklı yazı Aydin Akdeniz tarafından 13.04.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu