SUSURLUK
Ramazan NARİN
BAŞIMIZIN ÖRTÜSÜ…
< SUSURLUK; Yazılarımı SUSURLUK başlığı ile yazmamdan, ve aslen Susurluk'lu olmamdan dolayı, beni eskiden beri tanıyan pek çok kişi, benim memleketime geri döndüğümü ve Susurluk’a yerleştiğimi falan düşünmüşler. Öyle bir şeyin olmadığını, halen 20 yıldır Bandırmada ve ikamet ettiğim Paşabayır Mahallesinde oturduğumu, BANDIRMA’da ve BANDIRMALI olarak yaşadığımı, anti parantez söylemek istiyorum. >
İnancı gereği başını örten herkesi, hukuk devletine inanan herkesi, saygıyla selamlıyorum.
TÜRBAN konusunda dün de dediğim gibi, yazmak istemiyordum. Ama ülke gündeminde TÜRBAN o kadar değişik yer aldı ki, bu konuda düşünmemek-yazmamak mümkün değil. Neticede hepimiz insanız, hepimizin ailesinde anamız, bacımız, hanımımız, kızımız, gelinimiz, torunumuz şeklinde bir hanım gerçeği var.
Dünkü yazımdan dolayı bazıları tesettür veya örtünme karşıtı olduğumu düşünebilirler ki, bunun yanlış olduğunu asla örtünme veya başörtüsü karşıtı olmadığımı öncelikle ifade etmek isterim. Yıl, 1982. 12 Eylül 1980’den sonra 2 yıl öğretmenlik tayinimin çıkmasını bekledim.1982’de atamalarımız yapıldı. O zamanki adı URFA, şimdiki ŞANLI URFA iline tayinim çıktı. İl Milli Eğitim Müdürlüğünde yeni atanan bütün öğretmenleri topladılar. İl içi, dağıtım kararnamelerimiz verilecekti. Karşımızdaki masada rütbeli subaylar ve il milli eğitim müdürü ile görevliler oturuyorlardı. Eski okullarımdan ve Susurluk'tan da atama bekleyen öğretmen arkadaşlarımız vardı. Bunlardan birisi de, ağabeyi öğretmen olan, dava arkadaşım ülküdaşım BÜLENT MANGIR’ ın kız kardeşiydi ve ismini yanlış hatırlamıyorsam, Eda MANGIR’dı. Eda, ülkücü bir bacımız ve başörtülüydü. Birbirimizi önceden tanıyan bir gurup olarak, ismimizin okunmasını bekliyorduk. Kararname bekleyenlerin büyük çoğunluğu, 12-Eylül öncesinin ülkücüleriydi.
Eda’dan başka da, başörtülü bayanlar vardı. Kararname alma sırası gelen başörtülü bayan öğretmen adaylarına, örtülerini çıkarıp gelmeleri söylendi. Dün gibi hatırlıyorum... Eda ağlamaya başladı ve başörtüsünü çıkarmayacağını söyledi. O’nu iknaya çalıştık ama başarılı olamadık. İsmi okunduğunda, başörtüsüyle gitti. İlgililer tabii ki, son defa ve biraz da sert ikaz ettiler ve eğer başörtüsünü çıkarmazsa, kararnamesini vermeyeceklerini ve salonu terk etmesini söylediler. Yanına gittik ve son bir hamleyle ikna ettik ve bu öğretmen bayan arkadaşımız, başörtüsünü çıkararak kararnamesini aldı.
Eda’nın, o anda çektiği sıkıntıyı anladığımı şu an bile tam olarak söyleyemem. Ama, o günlerdeki başörtüsü sorunu çok kısmiydi ve 12-Eylülün güç gösterisi gibiydi. Bu bacımızı 26 yıldır bir daha hiç görmedim. Ama öğretmenlik yaptığının haberlerini almıştım ilk yıllarda. O da, benim gibi emekli olmuştur belki.
Gerek Eğitim Enstitüsü yıllarımda, gerekse öğretmenlik yıllarımda kısmen buna benzer sorunları yaşadık tabii. Şu unutulmasın ki, Balıkesir Necati Eğitim Enstitüsünün mescidinde namaz kılanlar da, kantinde otururken veya okula gelip giderken başını başörtüsüyle örten kız arkadaşlarımızda, ülkücüydü. MTTB'li, AKINCI gibi islami fraksiyoner arkadaşlarımız da vardı. Ama hiç birinin, o yıllarda (1975-80) başörtüsünü sorun yaparak bir eylem yaptıklarını hiç görmedim.
Ama ülkücü için, DEVLET apayrı bir kavramdır ve asla es geçilecek bir kavram değildir. Biz, devleti yönetenlerin aldıkları kararların, devleti yaşatmak için aldığını bilir ve ona göre fikri strateji belirlerdik. Nihayetinde o yıllarda bile, bir gün devletin başına ülkücülerin geleceğinin şuuru içerisindeydik. Ama hiçbir zaman devletle, yasalarla kavga etmemeye çalıştık. Bu kavga etmeyişimiz, her şeyin doğru ve güllük gülistanlık olmasından, herşeyi doğru kabul ettiğimizden değildi tabii. Elbette ki pek çok yanlışlıklar ve yanlış uygulamalar vardı.12 Eylül öncesinde, devletimizin bekası için 5000 şehit, 70.000 yaralı, binlerce tutuklu ve Cezaevi Mahkumunu verende bizdik, 12-Eylülden sonra ilk asılan, ilk idam edilende bizdik. Ama isyan etmedik. Darağacına bile, tekbirle gittik, küfür etmedik. Ne boynumuza dolanan ilmeği, ne de bacımızın başörtüsünü, propanganda malzemesi yapmadık. Siyaseten palazlandık zaman zaman ama, asla BAŞÖRTÜLÜLER bizim arka bahçemiz falan da demedik.
Ama bugün birileri, başörtüsünün adını TÜRBAN yaptı. Bugün birileri yabancı ülkelere gidip bu ülkeyi şikayet etti. Bugün o birileri, hristiyanları kendisine dost, papayı arkadaşı yaptı. O birileri kolundaki 40.000 dolarlık kol saatiyle İSLAM adına mücahitlik yaptığını bu necip millete yutturdu. O birileri, İslamın başdüşmanı ülkeye İslam adına yerleşip, ordan verdikleri fetvalarla NUR saçtıklarını bu millete yutturdu. Bugün o birileri, bırakın dünyayı sadece IRAK’taki 1,5 milyon müslümanın katledilmesi projesinin eşbaşkanı olduğunu söyleyerek, gine benim necip milletimden Müslüman oylarını alabildi.
Sakarya'da, Dumlupınar'da, Antep'te hem ölerek hem öldürerek, ayağındaki çarıkla bu Cumhuriyeti kuran atalarımıza inat, BU BİRİLERİ ellerindeki BAŞÖRTÜSÜ malzemesini allayarak, pullayarak, Cumhuriyetin kuvvetler ayrılığı ilkesini sarsarak, yalancı pehlivan misali ve yanlarındaki cazgırlarıyla, aslında savunmadıkları BAŞÖRTÜSÜNÜN kavgasını veriyormuş gibi yapıp, bu milleti aldatmaya, ALLAH ile aldatmaya devam ediyorlar. Milli İradeyle, Milli vicdanla BAŞÖRTÜSÜNÜ yan yana veya karşı karşıya getirmeye çalışıyorlar. Aslındaki istedikleri başörtüsü falan değil. Aslında başörtüsü onların umurunda bile değil... İstedikleri, bu milletin içinde nifak çıkarmak, inanan-inanmayanlar diye bölmek ve bu kaos ortamında ülkeyi ve zenginliklerini birilerine pazarlamak. Bunu da çok güzel başarıyorlar.
Anayasa Mahkemesinin kuruluş amaçları içerisinde, yasal DENETİM vardır. Yasamanın fiilerini dün olduğu gibi bugünde denetlemektedir ki, görevleri budur zaten. Anayasa Mahkemesi, Bandırma Asliye Hukuk Mahkemesi'nin kararlarını denetlemek için kurulmamıştır. Şimdiye kadar TBMM’nin çıkardığı pek çok yasa veya değişiklik, Anayasa Mahkemesinden geri dönmüştür, revizeye uğramıştır. Ama, hiçbirinde NAZLI ILICAK gibi birileri çıkıp, Anayasa Mahkemesi haddini aştı, milli iradeye karşı geliyorsun ! Dememiştir. CÜRET ve İHANET demokrasi kelimesine sığınarak filizlenmektedir ki, bu yüzden denilenler, bu yüzden yazılanlar beni ürkütmektedir. Bu toplumu germeye, başımızın örtüsünü milli iradeyle koşut veya eşdeğer göstermeye, kimsenin hakkı yoktur !
Gelen ayak seslerinden ben şunu anlıyorum ki ; mandacılık galiptir ve egemenliğimiz birilerine devir edilmektedir. KARANLIK gelmektedir yani… Karanlığın mimarları, ustabaşları, taşeronları v.s v.s kadroları, tam içimizdedir. Hançerlerini yüreğimize saplamanın hesaplarını yapmaktadırlar. Ve bunları sakın ola ki sadece bir partide, salt bir kurumda aramayın. Bu cüret ve ihanet, maalesef bütün kurum ve kuruluşlarımızın, taa içine sızmıştır. Ey halkım; TÜRBANI savunup atıp tutana da, Hukuk Devletini ve Cumhuriyeti savunup yutkunana da, lütfen dikkat et. Kim ne yapmak istiyor ? Kim yaptığıyla nereye hizmet ediyor ? Nihai HEDEF VE SONUÇ NE ? Perdenin arkasında kim var ? Bunu hepimiz gördüğümüz anda, inanın TÜRKİYE çocuklarımıza bırakabileceğimiz bir güzel ülke olacaktır. Görmemeye devam edersek te, ÇUVAL başımızın örtüsü olacak akabinde de ………………………….? <NOGAYTÜRK>