NAZLI BEBEĞİM
Şebnem’in doğum gününü de kazasız belasız atlattık ya çok rahatladım doğrusu. Siz şimdi “Amma da yaptın ha!” diyeceksiniz. Olsun canım. Siz sonuca bakın. Hatadan dönmek de bir erdem değil mi? Hata yaptıysak yanlışımızı anlayıp özür dilemedik mi? Hem siz bilmiyor musunuz: “Hatasız kul olmaz/ Hatamla sev beni.” şarkısını.
Ertesi gün sınıfa girdiğimizde herkes, hâlâ Şebnem’in doğum gününde olanları konuşuyordu. Selma hariç… O, konuşmalara katılmıyor, solumdaki sırada yüzü asık bir şekilde sessizce oturuyordu. Hemen yanına ilişip yanağından bir makas aldım.
- Ne o, dünyalar güzeli! Karadeniz’de gemilerin mi battı, diyerek takıldım.
Yüzü biraz daha asıldı Selma’nın. Omuzunu silkti, yüzüme bile bakmadan:
- Bir şey yok, dedi.
Hıh, beni kandıracak aklı sıra! Ben kırk yıllık arkadaşımı tanımam mı akıllım?
- Senin bir şeye canın sıkılmış Selmacığım. Anlat da bölüşelim sıkıntını. Biz arkadaş değil miyiz, dedim.
Özellikle son cümleyi söyleyince bana öyle bir baktı ki… Sonra da:
- Öyle mi Ceren Hanım? Biz gerçekten arkadaş mıyız, dedi öfkeyle.
Suratıma bir tokat yemiş gibi irkildim.
- Bu nasıl söz Selma? Elbette arkadaşız, bundan şüphen mi var, dedim.
- Evet, şüphem var, hem de çook, demesin mi?
Şaşkınlıkla gözüne bakmaya çalışarak:
- Bu sonuca nasıl vardın, dedim sesim titreyerek.
- Nasıl olacak? Senden ve senin davranışlarından... Haftada bir, sevgili arkadaşlarınla ilgili yazılar yazıp okuyorsun sınıfta. Arkadaşın kitaplardan, kurşun kalemden, silgiden, defterden bahsedip duruyorsun… Yarın da Arkadaşım Şebnem’i yazar okursun gayrı! Her şey, herkes var yazdıklarında ama benden bir satır yok. Bu nasıl arkadaşlıksa!..
Oh, çok şükür be! Nihayet Selma’nın derdini anladım. Onu kırdığım için de çok üzüldüm. Nasıl gönlünü alabilirim, diye düşünürken aklıma geçen haftaki yazılı geldi. Elimi omuzuna koyup biraz daha yaklaştım. Tane tane anlatmaya başladım:
- Benim canım arkadaşım! Elbette bütün arkadaşlarımı seviyorum ama senin yerin çok başka.
Nasıl, der gibi gözlerime baktı. Ben de gözümü sıranın üzerinde bir noktaya dikip anlatmaya devam ettim:
- Biz seninle sadece arkadaş değil, aynı zamanda kalem kankasıyız.
Bu sefer gözleriyle değil de sözleriyle sordu:
- Nasıl kalem kankası oluyoruz ki?
- Şöyle oluyoruz canım: Bir hafta önce matematik yazılısındayız. Yazılı başladı ama kalemim yok. Arıyorum soruyorum, kimsede fazla kalem yok! Ne yapacağımı şaşırmış hâldeyken “çıt” diye bir ses duyuyorum. Yan sıradaki canım arkadaşım, kalemini ikiye bölüp bir parçasını bana uzatıyor. İşte tam o sırada canımın bir parçası oluyor…
Ben anlattıkça Selma’nın yüzündeki hüzün bulutları yavaş yavaş dağılıyor. Son cümlemi söylerken de gözlerinde sevgi çiçekleri açıyor. Hemen sırama gidip kalemlikten o kalemi alıyorum.
- Selma can! Ben unutmak istesem de bu kırık kalem unutturmaz dostluğumuzu.
Ellerimiz sevgiyle birbirine kenetleniyor, bir müddet öylece duruyoruz. Öğretmen sınıfa girerken yanağından bir makas daha alıp oturuyorum yerime…
Eve gider gitmez ilk iş olarak Selma’nın kalemiyle bu anımı yazıyorum. Yarın Türkçe dersinde sürpriz yapıp bütün sınıfa okuyacağım. Bekle beni nazlı bebeğim! Seni çok seviyorum…
Bestami YAZGAN