Oradaydık,
Uğultulu rüyalardan sağır olmuştuk sanki,
Bir merminin delip geçtiği yerdeki ıssızlıktık,
Hepimiz de yetim kalmış odalarda bekleşiyorduk,
Oradaydık ve orada olmanın nöbetini tutuyorduk.
Üşüyen Küskün kuşların üzerlerini özgürlükle örtmek için,
Dargın yolların üzerinde birikmiş hüzün artıklarını
temizlemek için,
var gücümüzle kanat sallıyorduk.
Ve hepimiz orada, o inçe çizginin üstünde düşmemek için
direniyorduk.
Oradaydık,
Yaptıklarımızı kalbi somurtkan insanlar çekemiyordu,
O yüzden yine çok çalıştığımız bir hayalde,
düşlerimize pusu kurup,
bize sıkıntı hapı içirdiler.
Bir süre hepimiz sersemledik,
Tam o sıra,
yanıbaşımızdaki kocaman gövdeli ağacın
dallarına takılmış bir kitap gördük hepimiz,
nedendir bilmiyoruz hepimiz sevinçten zıpladık
belki de defalarca zıpladık.
Kuvvetlice zıplamış olacağız ki
kitap daldan düştü baş ucumuza,
başımızın tam ucuna...
Kitabın kapağında şöyle yazıyordu :
"Kalbi kötü ve somurtkan adamlarla uğraşmanın 1
yolu!"
hepimiz yine sevinmiştik,
ki sersemlememiz tam anlamıyla etkisini yitirmemişti.
hepimiz birden okumaya başladık heyecanla.
Hepimizin de gamzeleri vardı,
ve hepimiz de dişlerimizi göstere göstere gülümsüyorduk.
Anlayacağınız hepimiz yine oradaydık,
ve yine yeniden çalışmak için canlarımız koca bir çan gibi
atıyordu.
Dong!!! Dong!!!!
Sayfaları kurumuş yaprak sarısına dönmüş,
dev kitabı bir an evvel okuyabilmek için can atoyorduk.
Ama biz/leri şaşırtan bir durum vardı :
kitabın en başında bir cümle yazılı,
diğer yüzlerce sayfası ise bomboştu.
Hepimiz çok çok şaşırdık.
Hepimizin de mimikleri şaşkın bir ifadeye bürünmüştü.
Sonra hepimizin gözleri sadece o cümleye çevrildi mecburen :
"Sözcük oku, daha fazla oku, Sözcük öğren, daha fazla
öğren,
ki dolsun kitabın tüm sayfaları..."
Yine şaşırdık.
Birimiz şöyle dedi :
"Yine şaşırdık!"
Diğer birimiz de şöyle dedi :
"Yine çok şaşırdık!"
Diğer birimiz de tam : "Yine çok şaş..." diyecekti
ki :
Dev kitabın üstüne bir kitap daha düştü aniden küt diye .
Bir kedi gibi irkildik hepimiz.
"Bir kedi gibi irkildik hepimiz." dedi birimiz.
Sonra düşen kitabın ön kapağında yazan ismini okuduk hep
birlikte :
"A DAN Z YE BÜYÜK YAŞAM SÖZLÜĞÜ"
Altında da daha küçük harflerle :
"Sözlüğümüz kendi kendini günceller,
iyi yaşamlarda kullanın..." yazıyordu.
Hepimiz çömeldik.
Birimiz : " Hepimiz çömeldik." dedi.
Hemen kitabı karıştırmaya başladık,
kalbi somurtkan insanları yenmeliydik.
Birimiz : "Aaa. Ne çok sözcük var burada" dedi.
Sonra hepimiz :
"Bu kitapta çok sözcük var" dedik.
Der demez hani o ağaçtan bir yaprak düştü.
Birimiz yaprağı eline aldı ve şöyle dedi :
"Yaprakta bir sözcük yazılı."
Ve okudu :
"Oradaydım, ki beni sakla sözlüğün arasına..."
Birimiz şöyle dedi, hepimiz ona döndük :
"Yine çok şaşırdık değil mi?"
Hemen birimiz yaprağı sözlüğün arasına sakladı.
Sözlük kıpırdadı, kıpırdadı, kıpırdadı.
Yanıbaşımızdaki ağaç sallandı, sallandı, sallandı.
Sözlükten birden bir cümle çıkıverdi havaya doğru.
Rüzgar cümleyi, bir tüy parçasını savurur gibi savurdu.
Tam o anda birimiz uçarak yakaladı cümleyi.
"Yakaladım, evet yakaladım işte!" diye yüksek
sesle konuştu biirmiz.
"Yakaladın, evet yakaladın işte!" dedik hepimiz
yine yüksek sesle...
"Oku bakalım şu cümleyi" dedi birimiz.
Okudu o da :
Bir gün ormanın birinde, bir ağaç kovuğunda, bir sözcük
yavrusu yaşarmış da
bizim haberimiz yokmuş.."
"Yine fazla fazla şaşırdık değil mi?" dedi
birimiz.
"Evet, çok şaşırdık yine" dedik hepimiz...
Hepimiz birden yanıbaşımızdaki ağacın kovuğuna bakakaldık.
Koşuverdik, gidiverdik, varıverdik hemen kovuğun yanına.
Hepimiz birden kafalarımızı kovuğun içine soktuk.
Bir de ne görelim :
"Mini minnacık, ufacık tefecik bir sözcük
yavrusu."
Bize gülümsüyor...
"Korkmadı bizden." dedi birimiz.
"Niye korksun ki?" dedi birimiz.
"Gamzeleri kızarmış elma gibi" dedi birimiz.
"Yanaklarını güneş vermiş hediye" dedi birimiz.
"Gözlerini gül bahçesindeki topraktan almış" dedi
birimiz.
"Pek de tatlı bir sözcük yavrusuymuş" dedi
birimiz.
Hepimiz : " Pek de tatlı bir sözcük
yavrusuymuş"dedik, gözlerimiz buğulu.
"Durun! Kıpırdıyor dudakları!" dedibirimiz.
Durduk ve izledik dudaklarını.
Şöyle dedi sözcük yavrusu : "An/ne."
"Evet anne sözcük nerede?" dedi birimiz.
"Evet evet nerede?" dedik hepimiz.
Yineledi sözcük yavrusu acıklı : "An/ne"
"Ben annesi olurum" dedi birimiz.
Her birimiz : "Ben de, ben de dedik."
"Acıkmış" dedi birimiz.
Birimiz cebinden bir biberon çıkardı.
"Ben de biberon var!" diye bağırdı.
"İçi boş ama!" dedi birimiz.
Diğer birimiz : "Buldum!" dedi.
Ve hemen biberounu eline aldı,
yaşam sözlüğünün yanına gitti,
ve sözlüğü biberonun başlığına uzattı.
Ve işte o an sözlükten bir dolu, bir dolu sözcük aktı biberona...
Ve emzirdi sözcük dolu biberonla yavru sözcüğü...
Yavru sözcüğün karnı doydu, doydu, doydu...
Hepimiz çok mutlu olmuş olmalıydık ki huzurla gülümsüyorduk,
yavru sözcüğe bakarak...
Sonra yine mırıldandı yavru sözcük :
"O/ ra /day / dım."
Hepimiz dehşete düştük,
"Hangisi rüya, hangisi gerçek, hangisi yaşam, hangisi
biz" dedi birimiz.
"İşte bu sefer çok şaşırdık değil mi?" dedi
birimiz.
Hepimiz birden var kuvvetimizle : "Hepimiz birden işte
bu sefer çok şaşırdık!" dedik.
Yavru sözcük akıllıca bize gülüyor ve gülmeye de devam
ediyordu, yine aynı sözcüğü yinelerken :
"O/ ra / day / dım."
Ve işte o sıra orman sallandı da sallandı.
Hepimiz ürktük de tespih böceği gibi büzüldük içimize...
İşte o sıra yavru sözcüğün bulunduğu ağaçtan bir kalp düştü
yere.
O somurtkan kalplerden biriydi.
Bitkin, baygın belki de pişmandı.
Sonra diğer kalpler de olgun meyvalar gibi patır patır düştü
yere.
"Vay be!" dedi birimiz.
"Yendik değil mi?" dedi diğer birimiz.
"Çok sevinçliyiz değil mi?" dedi diğer birimiz.
Hepimiz "Başardık!" dedik.
Çok çalışmalıydık yine,
Hepimiz oradaydık ve sonsuzluk el verdiği müddetçe de orada
olacaktık.
İçimiz yeni ağaran gün gibi coşkuluydu.
Tam o sırada :
Birimiz birimize,
birimiz birimize,
birimiz de birimize doğru koşmaya başladı.
Her şey tatlı bir şekilde silikleşmeye başladı.
Tatlı tatlı sırtımızı kaşırken aldığımız zevk gibi
silikleşiyordu herşey...
Silikleşti, silikleşti, silikleşti...
Güneşin ışığı gözümü kamaştırıyordu.
denizin kıyısında kuma uzanmak gibisi yoktu.
Güneşin kaybolmasına ramak kalmıştı.
Buz gibi meyve kokteylimden bir yudum daha aldım.
"Sen biraz daha yüz istersen, ben bir süre daha
buradayım." diye bağırdım sevgilime.
Beni duymuş da anlamamış gibi kafa salladı yarı beline kadar
denizdeyken.
Sonra fısıldadım kendime tebessümle :
"Hepimiz oradaydık ve gerçekten de çok
çalışmıştık..."
Oktay Coşar