Postacı… Mektup Var
Bir dost selamıdır kar tanesinin hafifliğinde, tüy gibi uçmak yerine, düşse de yere hiç incinmeyen… Birkaç satırdır gönderdiğim mektup ucu yakılmadan. Üzerinde ne pulu var, nede adresi, kapatılmadı zarfın kapağı tekrar belki yazarım diye…
Yok içinde ne bir tutam kınalı saç ,ne de bir gönül kasnağında işlenmiş oyalı mendil nese siyh beyaz yarısı yırtık bir resim.Yakılmadı da mektubun ucu..Dedim ya bir dost selamıdır gönülden ve gönülde şekillenen bir kelam gibi…
Beklemeyin patlamış parmaklarının acısıyla, batan tırnaklarına, yağmuru ,kar suyunu içine çeken delinmiş pabuçlarına aldırmadan, yıllardır taşıdığı heybesindeki mektupların ağırlığı ile çöken omuzu ve bükülmüş beli ve çıkan kamburuna inat hala bir kapı tokmağına çoşku ile vuran postacıyı…Şimdi moda oldu soluk fosforlu tuşlardan medet ummak, telefona gelen bir parmak dokunuşu ile silinen çağrıyla yaşama tutunmak.
Şimdi ne var elimizde içine konulan limon, ayva ve Hacı Şakir sabunu ile mis gibi kokan çeyiz sandığının köşesine koyabileceğimiz. Her hasret sancısı çektiğimizde çıkarıp çıkarıp okudukça hasretten solmuş yanağımız gibi, artık zor okunan solmuş mektup satırlarını, inci tanesi gözyaşlarımız ışıltısını kaybetmiş gözlerimizden akarken ıslatıyordu kırışmış gerdanımızı.
Nasılda geçiyor yıllar, ne mektubu yazanın nede gönderilenin bile hayatta kalmadığı o yıllar. Kimi okula başlarken ilk yazı yazmanın heyecanını paylaşırken, kimi derdini tasasını anlatırken, kimi yeni bir bebeğini müjdelerken kimileride birkaç satırla, bir dörtlükle aşkını itiraf ederken nasılda çoşku vardı satırlarda…neler neler yoktu ki bazen kurşun kalem bazen de hokkalı kalemle yazılan o satırlarda..
İsli çıra ışığı gibi bile olsa bize yol gözeten, dokundukça içimizde bin güneş gibi ışıldayan o mektuplarda, ellerini öptükleri büyüklerin adları bile soldu mezar taşlarında, civanım dediklerinin çoktan büküldü beli, gayri ben senin hasretine dayanamam diyenler çoktan yad oldular birbirlerine. O ilk yazdıkları ilk mektuplarında ilk cümleyi kuranların bile torunları olmuşta haberimiz olmamış bile.
Nerede kaldınız hiç geçmez sandığımız o yıllar. Neden hep şikayetle, bedbinlikle geçirdik o yılları.Hep Kaf dağından gelecek olan zümrüdü Anka kuşunun kanat sesinde aradık heyecanı. Hep Huma Kuşu gibi küllerimizde yeniden can bulmak istedik.Hiç bilemedik ki göz açıp kapayana kadar uçup giden bize hediye ömrümüz yıllarını hoyratça neden harcadık…Şimdi çok hayıflanıyorum o yıllara..Sitemim var o yıllara…
Keşke hiç açmasaydım mühürlenmiş gibi yılardır açılmayan çeyiz sandığımın kapağını.
Her değişti de isyankar ruhumun ne sesi kesildi nede kendisi değişti.Zaman çok şeyi hazan yaprakları gibi sildi süpürdü ve kalmadı yaşamanın zevki ve tarçınlı elma şekeri tadı.Ağzımızın mı tadı bozuldu,yoksa yaşamanın mı ahengi bozuldu çözemedim.
Sevgili hocam” Neredesiniz sesiniz soluğunuz çıkmıyor” diye çağrınızı okuyunca bu satırları yazmak geldi içimden…
“Ne yerdeyim nede gökte,
Bir garip seferdeyim” misali”…
Her gün, gün doğunca penceremden,bir kumru vuruyor gagası ile cama.Bir çift idiler de nedense hep tek geliyor hüzünlü suskun haliyle son günlerde pencereme…. O açlığını birkaç darı ile doyururken bu kara kışta zemheride, belki de başka bir aç doyurdu karnını o gelmeyen eşiyle… Biz zamane insanları ise çok şey ile doyamıyoruz da, onu düşünüyorum.
Hava soğuk mu soğuk, kar yağıyor dışarıda lapa lapa .Nedense çok kar yağdı saçlarıma ve ruhuma tıpkı dışarı gibi .Erimiyor bin güneş bile olsa ve çözülmüyor ibrişim gibi dolanan yüreğimin kederi .İnsan yaşadıkça bin bir dert doluyor ömür tabağına. Kolay olmuyor sıkıntılarla baş edebilmek .Kara kışta kızaksız yol alıyor gibiyim ve üşüyorum. Üşüyen bedenim gibi buz tuttu düşlerim... Bir gamlı hazandır bu hayat, önü kış ve gelmez artık seherde öten kuşlarıyla bahar…
Dışarıda da mevsim kış ,hava ayza mı ayaz…Kar tanecikleri oluyor bir taş ve sonra bora fırtına bazen de kasırga…Aşılmaz ,geçit vermez dağlara dönüyor kar iken olan kasırga ve ben hangi dağlarla mücadele edeceğimi şaşırıyorum.Ama yinede umut varım, tıpkı Şeyh Şamil’in dediği gibi:” acı ve tatlı anılar, saba rüzgarı gibi gelip geçer” misali…
Evet Saygı değer hocam bir yılı aşkın süredir bir çok sosyal faaliyetlerimi askıya aldım ve galiba biraz daha zaman lazım .Ancak tüm gönül dostlarım gibi siz değerli hocalarımı da hiç unutmadım .İnşallah bir çok şeyi yoluna koyabilmeyi başarırsam ,kasırga dağlarını fırtına kuşu gibi delebilirsem, sizlerin aranıza yeniden katılıp, dost sofranızda tıpkı her gün gelen misafirim kumrum gibi birkaç darı misali bende kaynattığınız dostluk aşını kepçe kepçe içeceğim.
Evet bu bir mektuptur size yazılan. İçinde aşure aşı gibi güzel olan her şey var. Belki yırtılan, belki bir köşeye atılan mektuplar gibi bir dokunuşla silinecek ama ben biliyorum ki hocam siz okuyunca ileride bize verdiğiniz emeklerinizi hiç boşa çıkartmayacağımızı bileceksiniz.Siz öğretmenlerimiz bizim hayat sigortamızsınız.Bu satırları sizler yazdırıyorsunuz efendim.
Tesadüf bu ya bu gün 14 Şubat sevgililer günü. Sevgi sadece iki kişilik bir sevginin paylaşımı değildir. Sevgi evrenseldir ve sevgi paylaşıldıkça büyür , tıpkı hüzünlerin paylaşıldıkça sevince dönmesi gibi…
Size ve sitedeki tüm dostlarıma selam ve saygılarımı sunarken, sevdiklerinizle hep mutlu olunuz efendim…
Ümran Özlük ..14 Şubat 2012
(
Postacı… Mektup Var başlıklı yazı
Lütuf VELİ tarafından
15.02.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.