Yazamam.
Ne çiçeğin aklını yediğini,
Ne de filin dibine su döktüğümü.
Yahut bal arısının yaprak açıp yeşillendiğini.
Mizah bile değil bunlar. Yazsam bile kim anlar?
Öyle değil mi?
Curcuna çorbası kaynatanlar!
Silinip gitmiş.
Kimler mi? Nereye? Neden acaba?
Sor, sor. Sora sora ulaşırsın cevaba.
Solungaçları yetmemiş şiirin, Edebiyat Deryası’nda yüzmeye.
Yol almış, batmış denizinin dibine.
Olacağı buydu zaten...
Ey Şair! Ölü doğan şiir, dirilemez ebediyen.
Ne arıyorsun?
Delik cepte durmaz para
Ara istediğin kadar
Mana diyarında, duygu pınarında, sevda narında yitiğini.
Ara, ara, ara.
Cümleler ala benek,
Olmamış anlayan yazdığını, yazarı dâhil.
Kimisi de kurban gitmiş akıntıya
Arkasında siyah çelenk…
Güle güle şair!
Anan olmaz adını artık Mahşere dek.
Kavuşamamış dizelerinde Mecnun’la Leyla gibi
Musiki ile ahenk.
Kalıcı olmalı şiir, Zühre Yıldızı gibi
Sözcükler beyinlere besin, gözlere fer…
Okudukça parlasın fikir, aydınlansın dimağ.
Ne zaman ki ruhumda şiir rüzgârı eser
İşte ben o zaman ona derim eser.
Yaz demen boşuna.
Yazamam.
Yeteri kadar karışmış zaten fikrim.
Bir de sen karıştırma aklımı yaz, yaz diyerek.
Şiir: Gönül esintisi,
Şiir: Gözlerin sesi…
Hoş bir tat bırakmalı tınısı kulaklarında.
Misk kokmalı nefesi şairin
Mısralarında.