Bu gün Laz Hüseyin olarak bilinen babamın olmadık hikayelerinden bazılarını anlatmaya başlıyorum. Her hikaye de biraz komiklik, biraz düşündürücü biraz da hüzün bulabilirsiniz. Tam tipik bir karadeniz fıkraları gibi bir şey. Okudukça hoşunuza gideceğinden adım gibi eminim.
 
Babaoğlu olarak birbirimize hitap ettiğim Mehmet ağabeyimi görür görmez hemen aklıma babam geliyor. Ağabeyime takılmadan da edemem. Bildiğim bileli ağlarken gülen tipler vardır ya tıpatıp aynısı. Hayatım boyunca gözyaşı döktüğünü hatırlamam. Halbu ki başından ne zahmetler geçmiştir bir Allah bilir bir de kendisi.
 
Geçen hafta benim bir ufağım olan kardeşim Mahmut ile beraber Karacabey'e gittik. Tam ulu cami yanından geçiyorduk Mehmet ağabeyimi gördüm. Kucağına torununu almış yanan asırlık camiye doğru bakıyordu. Tam hizasına gelince durduk ve arabadan doğru yüksek sesle bağırdım.
 
---Babaoğlu
 
Dönüp baktığında bizi farketti.
 
--Hayırdır ne yapıyorsun burada
--Yanan camiye bakıyoruz torunumla
--Biz yengemlere geçiyoruz gelirsin
--Ben toruna oyuncak alır gelirim 
 
Tabi bu arada biz de biraz durduk camiye baktık. Sızlanmak elde değil. İnşallah daha iyisini yaparlar diye düşünürken tarihi açıdan yazık oldu camimize dememek hainlik olur diye düşündüm. Dile kolay İstanbul'un fethinden önce İkinci Murat (Hüdavendigar) Han tarafından yaptırılan bir cami idi.
 
Beş katlı kardeşler apartmanına gelir gelmez. Kapı önünde en ufak kardeşim Osman hoca bizi karşıladı.
 
--Hoşgeldiniz
--Hoş bulduk Osman
--Benim biraz çarşıda işim var hemen gelirim
--Biz zaten fazla eylenmeyeceğiz
--Hayırdır nereye böyle
--Öylesine çıktık geldik
--İyi o zaman aşağıya garaja da uyrayın Ali ağabeyim orada
--Tamam uğrarız sen bak işine
 
İkinci katta rahmetli Hasbi ağabeyimin hanımı Emine yengemin dairesine çıktık. Hoşbeş yaptıktan sonra oturduk muhabbete. Fazla zaman geçmeden Mehmet ağabeyim de geldi. Oradan buradan derken ben yine duramadım.
 
--Babaoğlu şu babamın hikayesini anlatsana
--Sen de iki de bir hatırlatma
--Ne oldu
--Ne olacak bu yüzden kızıp duruyorum babama
--Hayırdır adamcağız rahmetli oldu gitti daha niye kızıyorsun
--Yahu babaoğlu benim gibi bir evlat nasıl unutulur
 
Hikaye bayağı eski. Tam tarihini hatırlamıyorum. 1974 ten sonra ki yıllarda. Ben o zamanları orta okula gidiyordum. Yaz ayları idi. Köye nüfus memurları gelmiş. Cami hopörlöründen anons ettiler. Köyde millet çoğu tarlada olduğundan millet duysun da köy kahvesine toplansın istediler herhalde. Akşam karanlığına az bir vakit vardı. Babam eve geldi. Evde beni görünce.
 
--Oğlum kahvede memurlar bir şeyler yazıyor
--Ne yazıyor baba
--Hem nüfus sayımı hem de mal sayımı yapıyorlar
--Eee hayırdır
--Oğlum ben işin içinden çıkamadım
--Baba sen malını mülkünü bilmiyormusun
--Biliyorum da
--Sen işin aslını anlatsana
--Birinizin ismi aklıma gelmedi memurlar beni bekliyor
--O kadar çocuk yaparsan şaşırırsın tabi hadi gidelim bakalım
 
Babamla birlikte köy kahvesine geldik. İçeri girer girmez orada bulanan köylüler şakayla karışık takıldılar. Memurların yanına vardık. Listeye baktım. Meğer Mehmet ağabeyimin ismini unutmuş. Bu yüzden de memurlar bizi bekliyor. İşi hallettik ama gel de sen kahvede olan bitenleri dinleme.
 
Yaz günü olduğundan kahvede fazla insan durmaz. Bir kaç tane yaşlı olduğundan memurlar gelir gelmez hemen işe başlamak için babama birisi seslenmiş.
 
--Amca senden başlayalım
--Evladım sen beni en sona bırakın
--Niye amca
--Benim işim biraz uzun, o zamana kadar kafayı belki toparlarım
 
Memurlardan bir tanesi herhalde bu adam bizimle kafa buluyor zannederek babamı azarlarcasına çıkışmış.
 
--Amca sen devletin memuruyla dalga mı geçiyorsun
--Efendi doğru söylüyorum
--Bırak Allah aşkına gel şuraya da başlayalım
--Olmaz efendi siz benim dediğimi yapın
 
Kahvede bulunan köylüler biraz işin ağırlaştığını anlayınca araya girerler ve işin doğruluğunu teyit ederler ve memurları ikna ederler. Kahveci yanıma geldi ve yavaşça.
 
--Hele sen babanın çocukların isimlerini yazdırırken burada olacaktın
--Desene kaçırdık curcunayı
--Hem de ne curcuna
--Memur yazdıkça babanın gözüne bakıyor, baban da yaz evladım deyip duruyor, en sonunda baban durdu, memur da amca bitti mi deyince, baban birisi eksik hele siz bekleyin eve gidip geleyim deyince memur elinde ki kalemi yere bir fırlattı, baban da hiç oralı olmadan kahveden çıktı, adamı zor ikna ettik.
 
İşte böyle Laz Hüseyin'in maceralarından bir kesit anlatmaya çalıştım. Başka hikayeleri dinlemeye devam etmemiz için bir sonra ki yazıyı okumanız gerekecek. Hadi iyi akşamlar.
 
29.03.2012 
 
 
 
 
     
 
 
    
( 588- Laz Hüseyin başlıklı yazı Necmi Yaprak tarafından 29.03.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu