Keltepe’ye çıkmışlardı. Manzara harika, tabiat mükemmel,
Ağustos sıcağında burada tam bir yayla havası vardı. Her sey mükemmeldi, yiyip
içip eğlendiler. Çaylarını içerken sohbet koyulaştı. Aslı “Evrenin yüce
yaratıcısına şükürler olsun, ne güzel bir gün geçirdik. O istedikten sonra
bütün her şeyi insanoğlunun emrine verir, yeter ki insanoğlu istemesini ve
şükrünü bilsin” dedi. “Bakın benim ne otomobilim var, ne de bu geziye özel
çıkacak kadar varlığım. Kâinatın sahibi bana sizin gibi arkadaşlar verdi ve ben
de sizin vesilenizle, O’nun izniyle bu güzel günü yaşadım. Hepinize çok
teşekkürler” dedi.
Hakan ise baba ve dedesine çok şey borçlu olduğunu,
onların sayesinde istediği arabaya binip istediği her şeyi alabildiğini ve
istediği her şeye onların sayesinde kavuştuğunu söyledi. Aslı Hakan’a dönerek,
“Hakan onlar çalıştılar kazandılar ama veren Yüce Allah’tır. Önce O’na, sonra
da babanlara teşekkür etmelisin, sakın bana kızma” dedi.” Çünkü o istediğine
iştediği kadar verir ve istediğinden de hepsini bir anda alır. Yani Hakan
kâinatın Yaratıcısı isterse, senin arabanı, villanı, babanın fabrikasını, hatta
bizim bütün varlığımızı bir anda yok edebilir. Onun için dedim şükrümüz önce
ona olmalı diye”. Hakan kızmamıştı ama bu sohbet pek hoşuna gitmemişti. Aslı’ya
şöyle bir soru yöneltti: “Diyelim ki kaza yaptım, bana bir şey olmadı arabam
gitti, evim var… Diyelim ki evim yandı, arabam ve fabrikam var. Hepsinin bir
anda kaybolması biraz zor gibi…”.
Aslı şöyle devam etti. ”Evreni yaratan, ona bu varlıkları
bizler için gönderen Yüce Mevlamın bizim gözümüze görünmeyen melekleri var,
onlara verdiği emirleri onlar anında yerine getirirler, ne fazlasını yaparlar,
ne de azını”.
Hakan’ın maneviyatla çok ilgisi olmadığı için bu ifadeler
ona biraz tuhaf geldi ve anlamadan şu sözler ağzından dökülüverdi. “Aslı,
çalışmalı insan. Senin baban ve deden de benimkiler gibi çalışsaydı şimdi senin
de aracın ve villan olacaktı. Meleklerden her şey beklenmez ki”. Aslı çok
üzülmüştü. “Hakan ben halimden çok memnunum ve çok mutluyum” dedi. “Sadece sana
biraz manevi pencereden bakasın diye demiştim bütün bunları. Kusura bakma Seni
üzdüm ise affet” dedi. Bu güzel gün için Hakan’a ve arkadaşlarına teşekkür
etti. “Bu güzel Agustus gününü hiç unutmayacağım” dedi. Çantasındaki günlük
defteri geldi aklına ve onların yanında “16 ağustos hayatımın en güzel günü”
diye yazmayı da unutmadı. Vedalaşıp ayrıldılar.
Aslı eve geldi. Yalova’nın mahalleleri arasında
kendilerine has, küçük bir evleri vardı. Kapıda annesi karşıladı onu. Kızını
mutlu görünce o da mutlu olmuştu. Gününü özetleyerek anlattı annesine.
Hakan’dan bahsetti. Onu sevdiğini, beğendiğini fakat, manevi bilgisinin çok az
olduğunu, ona yardım etmek istediğini söyledi. Annesi gülerek “yoksa gönül işi
mi” dedi. “Yok anneciğim, iyi bir çocuk ama manevi tarafı eksik, yardım etmek
lazım. Bu bizim insanlık görevimiz”.
Saat 22:00’a geliyordu Aslı annesine iyi geceler dileyip
yattı. Gündüz hem eğlenmiş, hem de yorulmuştu. Yatağa uzandığı gibi uyudu.
Gecenin ne zamanı olduğunu bilmiyordu. Büyük bir gürültü ile uyandı. Sanki
dünya yıkılıyor, neye uğradığını şaşırmış halde, evin beşik gibi sallandığını
ve üzerine düşen bazı maddelerin olduğunu hissetti. Kalbi korkudan yerinden
çıkacaktı sanki. Birden anne ve babasını hatırladı. Şehrin her tarafından
çığlıklar yükseliyordu. Annesi ve babasının bulunduğu odaya koştu. Üzerlerine
düşen elbise dolabını zorlukla sağa kaldırdı. Şükürler olsun yaşıyorlardı.
Dışarı fırladılar. Şehirde büyük bir çığlık ve toz bulutu vardı. Aslı, annesi,
babası dahil herkes ağlıyordu. Bir süre sonra deprem olduğunu anladılar. Sıkıca
birbirlerine sarıldılar. Aslı’nın annesinin bir kolu feci şekilde ağrıyordu.
Aslı olayı ufak çiziklerle atlatmıştı.
Sabah olunca yaralılar hastanelere kaldırıldı. Kurtarma
ekipleri hızla çalışmalara başladılar. Aslı annesiyle hastanedeydi. Hastane
yaralılarla dolup taşmıştı. Bağrışmalar, çağrışmalar durum dayanılacak gibi
değildi. Aslı dua ediyor, Allah’a yalvarıyordu. Herkes için, annesi ve babası
hayatta olduğu için. Zaman zaman da ağlıyordu. Şehirde gördüğü yıkık binalar ve
onların enkazları altında kalanları düşündükce tir tir titriyordu. Bir ara
hastanenin penceresinden dışarıyı seyrederken annesinin bulunduğu odaya her
tarafı yara bere içinde bir hasta gelmişti. Bağırıyor, ağlıyordu. Bu sesi tanır
gibi oldu Aslı. Kafasını o tarafa çevirdiğinde ne görsün, bu kişi dün beraber
Keltepe’ye gittikleri Hakan’dı. Hemen yanına koştu, geçmiş olsun dileklerini
iletti. Birbirlerine sarıldılar. Hakan durmadan ağlıyordu. Aslı ona moral
veriyor “bir şeyin kalmayacak, korkma!” diye teselli vermeye çalışıyordu.
Hemşire, Hakan’a sakinleştirici iğne yaptı ve Hakan rahat bir uykuya daldı.
Aslıda babasının yanına eve gitti. Annesi iyi idi, kolundaki kırık alçıya
alınmıştı ve oldukça rahattı.
Bir kaç saat sonra Aslı tekrar hastaneye geldiğinde
Hakan’ı kendine gelmiş buldu. Hakan “yıkılan villanın tuğlaları arasında
sıkışıp kaldığımda, Aslı beni kurtar diye sana bağırdığımı hatırlıyorum ama
sesimi ulaştıramadım. Sonra ne oldugumu hatırlamıyorum. Sonrasında da kendimi
burada buldum. Sizi dün tanımıştım ve yine ilk yanımda olan sizdiniz. Ne kadar
teşekkür etsem azdır. Annem ve babamdan bir haber alamıyorum, ne yapmalıyım
Allah’ım ne yapmalıyım?”diyordu Hakan.
Sonraki gün hastanede yatağa çok ihtiyaç olduğu için Aslı
annesini eve getirmişti. Hastanede daha acil hastalara yer açılmalıydı çünkü.
Yıkılmayan tek katlı evlerinde annesine babasına bakıyor ve yaralılara dua
ediyordu. Üç gün sonra Hakan’a bakmaya gittiğinde, Hakan annesinin babasının
öldüğünü ev-araba neleri varsa yerle bir olduğunu Aslı’ya anlatırken “Aslı bu
gece hep bana o gün söylediklerini hatırladım. Ben ne kadar da büyük konuştum,
bir kaç saniyede her şeyim gitti. Hiç bir şeyim ve hiç kimsem kalmadı. Rabbim
beni affetsin sen de affet, ne olursun beni yalnız bırakma” dedi. Bunları duyan
Aslı ağlamaya başlamış Hakan’a sıkıca sarılmıştı. Hakan’a söz verdi ve
iyileşince onu bırakmadı. Annesine babasına durumu anlattı ve Hakan’a sahip
çıktılar. İlerleyen günlerde de bu arkadaşlığı beraberliğe çevirdiler. O günü
ve anılarını hiç unutmadan birbirlerine güç vererek yaşamlarına devam ettiler.
Halil Aktas 10 Nisan 2010