Sıcak bir yaz gününde, dervişin biri dağda, patika bir yolda yürürken karşısına genç güzel bir kız çıkar, derviş kıza ‘’nereye gidiyorsun kızım, bu ıssız yerde ne işin var?’’ der. Kız, ‘’şu dağın arkasında sevgilim var, orda çalışıyor, ona elma götürüyorum.’’ der. Sepetteki elmaları göstererek. Derviş ‘’peki kaç tane elma götürüyorsun’’ der. Genç kız ‘’aman efendim insan hiç sevdiğine götürdüğü bir şeyi sayar mı?’’ deyince. Derviş hemen oracıkta koparır tespihini… Dervişin ilahi aşkı kızın beşeri aşkıyla bir patikada karşılaşınca böyle güzel bir hikaye ortaya çıkar. Canı yanmıştır belli ki dervişin, kızın sözleri karşısında koparırken doksan dokuzluk tespihini. Aşk sonsuzluk olsa gerek. Sonu olmayan, bitmez tükenmez bir soluk. Ne dağları dinler aşk, ne tepeleri, ne dereleri, menzile varmak için bir bir aşılır bütün engeller. İster derviş olun, ister patika yolda yürüyen genç kız, ister dağın öbür tarafında çalışan delikanlı, kim olursanız olun sevginin aşkın kıymetini bilin.
Bir de zamane aşklarını düşünün kaçımız sepetimize koyduklarımızı saymıyor, hangimiz dağları bayırları aşıyoruz da sevdiğimize elma götürüyoruz? Hangimiz derviş gibi bu aşk yolunda yaptıklarım çok az, daha fazlasını yapmam gerek deyip tespihimizi kopartıyoruz? Hep tertemiz aşkları kirletmiyor muyuz? Kıymetini bilmiyoruz sevginin, çok ucuz gözle bakıyoruz aşka, her şeyin maneviyattan uzaklaştığı maddileştiği bu cağımızda artık aşkında maneviyatını öldürdük. Basit gördüğümüz için, ucuz ve değersiz gördüğümüz için çabuk bitiriyoruz umurumuzda olmuyor yaşadığımız hiç bir şey. Günü birlik ilişkilerde aşkı arıyoruz artık. Oysa öyle mi ki aşk, küçücük engellerde boğuluyoruz, hayat bize azıcık dişini gösterse hemen pes ediyoruz, hatta patika yollarda yürümek bile ağır geliyor bize çünkü büyütemiyoruz yüreğimizin çorak topraklarında sevgiyi. iklimimizdeki yağmurlar yetersiz kalıyor, çünkü sabredemiyoruz. Aşkın özünde saklı olan vitaminleri ruhumuz alamıyor, öyle ki hep hasta kalıyor bedenimiz. Kendimizi hayatın amansız telaşına kaptırmışız ondan olsa gerek sevdiğimize elma götürmeyi hep unutuyoruz. Belki de ihanetlerden dolayı patika yollarda aşka yürümek gelmiyor içimizden.
Oysa Necip çöllerinin serabında bulmuyor muydu gül yüzlü yarinin hayalini Kays? Delmiyor muydu dağları Şirinin aşk ateşi. Kerem’i vatanından çıkarmıyor muydu Aslı’nın hasreti? Tahir’i sürgünlere göndermiyor muydu Zühre’nin aşkı? Bunların tümü aşkın gücü değil miydi? Bunların tümü gerçek aşka adanan ve çağımızda yaşanılmasına ihtimal bile verilmeyen hayatlar değil miydi? Şimdi hastalandı bütün aşklar, bütün hayatlar bir bir hastalandı, ve bulunamaz panzehiri bu mikrobun. Yalnızlıklar sardı şehrin kalabalıklarında bütün her yanı. Aşk yetim kaldı kaldırım başlarında. Güneşin doğuşundaki gizem ve batışındaki güzellik kayboldu gözlerimizin önünde. Aşk şiirleri bile artık yazılmaz oldu bu devirde. Öyle ya facebooktan, msn ye girmekten zaman mı kalıyor gül yüzlü yare şiir yazmak. Zaten gerçek aşk olmadan şiir yazıla bilir mi, yalan aşklara nasıl şiir yazıla bilir ki?
Derviş olup bütün dünyayı dolaşsanız da bulamazsınız patika yolda gerçek aşka yürüyen birini. Çünkü o yollara düşecek cesaretimiz kalmadı. Hep yüksek standartlarda bir hayat yaşamayı arzular olduk hal böyle olunca sevgimizin aşkımızın standardı düştü. Deneme yanılma yoluyla aşka yürümeyi benimsedik. Hep yanıldık oysa. Çünkü gerçek aşkı aramıyoruz ki, gerçek aşkı aradığımızı zannediyoruz ama bizim aradığımız; nefsimizin esaretinde yollarda peşine düştüğümüz arzularımızdır. Gerçek aşk; aşk-ı eflatun-i dir; yani maddeci olmayan aşktır. Hangimiz onun peşindeyiz acaba…
Yazarın
Sonraki Yazısı