İhaneti
ya da aldatılmayı anlatmak zordur. Hayatımı ya da aldatıldığımı nasıl anlatırım,
hangi kelimeleri kullanarak cümle kurarım bilemiyorum. İnsanın kendisini
anlatması çok zor.
Ankara’nın
varoşlarında doğdum büyüdüm. Baba şefkati görmedim. İyi bir öğrenci olmama
rağmen, ilkokulu ite kaka bitirdim. Zira çalışmak ve anneme bakmak zorundaydım.
Tatillerimde su, kağıt mendil ya da simit satıyordum.
Trafik
ışıklarında bekleyen arabaların camlarını sildim, itelendim, kakalandım ve
horlandım. Tabiri caiz ise köprü altlarında sokak kültürü ile büyüdüm. Ama
hayata hiç küsmedim.
Annem,
hayata bağlanmamı sağlayan, yaşama umudu veren her şeyimdi. O nedenle, akşam
olup, artan simitlerden anneme götürebildiysem, ya da fırından yeni çıkmış
sımsıcak bir ekmek alabildiysem benim en büyük mutluluk kaynağımdı.
Kırmızı
ışık yanmış, otomobiller yeşil ışığın yanmasını bekliyorlar. Birini gözüme
kestirdim. Yanına yaklaştım, silecekleri kaldırdım, camı silerken, ön kapı
camının açıldığını hissettim ve bir ses duydum: “Gel bakayım buraya” . Hemen silecekleri indirip yanına gittim. Bahşiş
bekliyordum. 40 yaşlarında bir bey ve yanında da bir bayan vardı. Bey yüzüme
baktı; “senin gözlerin ne kadar
güzelmiş” diyerek, bir kartvizit uzattı ve “yarın kartta yazan adrese gel, bu ablanı bul” dedi ve yoluna devam
etti.
Akşam
eve gidince anneme anlattım. “oğlum git
bakalım, hayırlısı olsun” dedi. O güne kadar bana kimse sevecen
yaklaşmamıştı. Sabaha kadar uyuyamadım.
Sabah
uyanır uyanmaz, erkenden kartta yazılı adrese gittim. Kocaman fabrika! Beni
içeri almadılar. Orada beklerken, trafikte gördüğüm otomobil geldi, ona doğru
koştum. Beni görmüş olacaklar ki, yanımda durup cam açılınca, ışıklarda
gördüğüm bayan; “Günaydın, erkencisin
mavi gözlü çocuk” diyerek, görevlilere beni ofisine götürmelerini söyledi.
Beni
ofise götürdüler, o bayan da geldi. Elinde simitler vardı, birini bana uzattı
ve çay da söyledi. Simit yerken çayımız da geldi. Çeşitli sorular soruyordu ben
cevaplıyordum. Bir saate yakın bir zaman geçmişti. Kapıda, otomobilde gördüğüm
amca gözüktü. Beni görünce; “o hoş
geldin, mavi gözlü çocuk gel bakayım” diyerek, eli omzumda beni kendi
odasına aldı.
Odasına
geçince o da bazı sorular sordu, ben cevap verdim. Eğer istersem fabrikada bana
göre bir iş verebileceğini, böylelikle meslek öğrenip, hayatımı
kurtarabileceğimi, anneme bakabileceğimi, ayrıca geceleri de okulumu
tamamlayabileceğimi anlattı. Hiç düşünmeden kabul ettim. Konuşmamız bitince
ustabaşını çağırttı.
Az
sonra ustabaşı geldi. “Bak usta, mavi
gözlü çocuk sana emanet, ona iyi bak” dedi. Usta, beni de yanına alarak
odadan çıktık. Asansöre bindik. Asansör durduğunda, kocaman atölye ile
karşılaştım. Makineler çalışıyor, çok kalabalık ve uğultulu sesler yankı
yapıyor. Usta beni bir makinenin yanına götürerek, “evet mavi gözlü, buradan başlayacaksın” dedi. Böylelikle işe
başlamış oldum.
Günler,
haftalar, aylar böyle geçip gitti. Ustabaşı yanıma uğrayıp, hal hatır sorduktan
sonra, yapmam gerekenleri tarif ediyor, beğenmezse bozup tekrar yapmamı
söylüyordu. Akşamları da okuluma devam ediyordum.
On
yedi yaşıma geldiğimde babamın öldüğünü öğrendim. Üzüldüm desem yalan olur, o
bizi annemle sokakta bırakmıştı. Ama yine de keşke babam olsaydı diye
düşündüğüm de olmuştur.
Üç yıl daha
böyle geçti. Liseyi de bitirmiştim. Atölyede işler yolunda gidiyor ben de usta
olmuştum. Askerlik zamanım da gelmişti. Askere gideceğim. Patron yanına
çağırtmış. Cebime harçlık koydu, “hayırlısı
ile git vatani görevini yap. Anneni de düşünme. Askerliğin bitince işin de
hazır” demesi beni bayağı rahatlattı. Elini öperek vedalaşıp oradan
ayrıldım.
Askerlik,
önce bana bayağı zor geldi, kışın zor şartlarında annem aklıma geliyor merak
ediyordum. Derken bir gün, annemin trafik kazasında hayatını kaybettiğini
öğrendim. Yıkılmıştım. Terhisime de az kalmıştı. Annemin cenazesi için izin
alıp memlekete gittim.
Evimize
geldiğimde, dünya sanki başıma yıkıldı. Her tarafta annemin hatıraları… Fabrikadan gelen arkadaşlarla cenazeyi
defnettikten sonra hep birlikte fabrikaya gittik.
Patronun
yanına gideceğim, ofiste çok güzel bir kız gördüm, göz göze geldik. “Mavi gözlü, asker çocuk sen misin?”
dedi, “evet” diyebildim. Patronumla
görüşüp, fabrikadan ayrıldım.
Askerlik
dönüşü, fabrikada usta olarak göreve başladım. Zaman akıp gidiyor, ara sıra
patronun sekreteri olduğunu öğrendiğim kızı görüyor, selamlaşıyorduk. Kız
aklımdan çıkmıyordu.
Öğle
yemeğinde tesadüfen sekreter kız ile aynı masada oturduk, ilk defa uzun uzadıya
sohbetimiz oldu. Ben her fırsatta, kız ile konuşuyor, her öğlen yemekte onun
masasına oturuyordum. Kız ile mesai bitimlerinde de beraber çıkıyor, birbirimizi
sevmeye başlamıştık. Evlenmeye karar verdik. Ben ilk ustabaşına duyurdum.
Onunla birlikte patrona gittik, durumu anlattık. O da mutlu oldu, düğünümüzü
kendisinin yapacağını söyledi.
Düğün
hazırlıklarına başladık, Bütün ihtiyaçlarımızı patronumuz karşıladı. Düğünümüzü
de yaptı. Çok mutluyduk. Keşke annem de olsaydı diye üzülüyordum. Eşim hamile
kaldı ve bir kız çocuğu dünyaya getirdi, annemin adını verdik ona. Çok tatlı,
şiirin, gözleri bana benziyordu.
Kızım
büyüdü, okula başladı, benim de yaş otuzu geçmişti. Patronum sürekli evimize
geliyor, ihtiyacımız olup olmadığını soruyordu. Eşimin doğum günü vardı. O gece
patronumuz eşime pırlanta yüzük hediye etmişti.
Bazı akşamları
patron gelip bizi alıyor dışarı yemeğe çıkıyorduk. Onu çok seviyor ve
inanıyorduk. Bir akşam yemekte; “mavi
gözlü çocuk, şehir dışında bir iş var, senden başka kimseye güvenemem”
dedi. Ben mutlu olmuştum. Kabul ettim, o bize babalık yapıyordu. Gözüm de
arkamda kalmayacaktı.
Şehir
dışına çıktım, işleri halledip 3-4 gün sonra döndüm. Kızımın hareketleri
değişmişti, ama konuşmuyordu. Bu şehir dışına gidip gelmelerim günden güne
fazlalaştı. Ben tereddütsüz gidip geliyorum. Patron altıma da lüks bir araba
vermişti, adeta onun sağ kolu olmuştum. Fabrikada da sözüm geçer hale gelmişti.
Hazırlıklarımı
yaptım, yine şehir dışına çıkacağım, eşim ve kızımla vedalaşıp evden ayrıldım.
Bayağı bir yol aldıktan sonra, trafik ekipleri çevirme yapıyorlar, durdurdular,
kontrolde ehliyetimi, otomobilin ruhsatını ve torpidodaki silahın ruhsatını
evde unuttuğumu anladım. Tekrar eve döndüm.
Eve
geldiğimde, kapıyı kızım açtı. Annesini sordum, eli ile yatak odasını gösterdi
ve ağlamaya başladı. Yatak odasına gittiğimde, eşimle, patronumu aynı yatakta
çırılçıplak gördüm. Kafamdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Eşimle, patronum
beni görünce şok oldular. Ani bir refleks ile odadan çıktım, otomobile koştum,
torpido gözünden silahı alıp, namluya da mermiyi vererek tekrar eve döndüm.
Eşim benim
elimde silahı görünce bana hakaret etmeye başladı. Patron ortalarda
gözükmüyordu. Kızım, ağlıyor, “yapma
baba” diye bağırıyordu. Eşimi ani bir hareketle yere yatırarak, başına
silahı dayadım. Tam tetiğe basacağım sırada kızımın “yapma, beni babasız mı bırakacaksın?” demesi üzerine, hayatım, hiç
tanımadığım babam, annem film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Bir anlık
duraksamamdan faydalanan eşim kurtulmak için hamle yaparken, silah patladı,
kızım yaralanmıştı.
Çok kan
kaybediyordu. Hemen hastaneye yetiştirdim. Onu o halde gördüklerinde koridorlarda
bir koşuşturmaca başladı hastanede. Hemşireler koşuşturuyor, doktorlar “ameliyathane hazırlansın” diye
bağırıyorlar. Ben ise çaresizim. Kızımı ameliyata aldılar. Çok uzun bir süre
geçti. Ama ne kadar geçti bilemiyorum. Sanki asırlardır kızım ameliyatta.
Ameliyathanenin
kapısında doktor gözüktü, ona koştum. Elini omzuma koyarak “zor bir ameliyat oldu, hayati tehlike devam ediyor, müşahede altında
kalacak, komada” demesi üzerine bir kez daha yıkıldım.
Eşimi de
karakola götürmüşler, beni de aldılar daha sonra. İfademi verip, tekrar
hastaneye döndüm. Sabah olmak üzere gün ağarıyor. Eşim savcılığa sevk edilmiş
ve tutuklanmış, patronum olayın duyulmasından sonra, bütün mal varlığını kızıma
bırakarak intihar etmişti.
Kızım on
beş gün komada kaldı. Sonra gözlerini açmaya başladı. Kendine geliyordu.
Doktorlar “Korkma! Tehlikeyi atlattı” dediler.
Kızım şimdi
genç bir kız oldu. Meğerse benim şehir dışı iş gezileri düzmece imiş, ben evden
gidince patronum ile eşim beraber oluyorlarmış. Bu nedenle kızım annesini hiç
affetmiyor ve onu hiç hatırlamak istemiyor. Hayatın izleri, o acı olay,
yüzünden okunuyor, gözlerinden anlaşılıyordu.
Ben? “Mavi Gözlü Çocuk” ne mi yapıyorum?
AŞK denilince
sol yanımın, DOST denilince de sırt ağrılarımın acısını, kızımla unutmaya çalışıyorum.
Mavi Gözlü Çocuğun, bir baba olarak yaşadıklarından yola
çıkarak, kaleme alınan bu yazı, gerçek
yaşantımızda ki örneklerden sadece bir tanesiydi.
Dostça ve
sevgiyle kalın…
Mustafa KARAAHMETOĞLU
17.12.2012