Kaybolmak dediğimiz ne
olabilir ki… Yürüdüğümüz yolda, sıkışıp kalmak mı dönecek yer bulamazken yoksa
sayısız kimliğin içersinde yok olup, buharlaşmak mı…
Kim bilebilir ki; belki
de sesini duyuramamak o hengamenin içinde ya da görmezden gelinip bir köşeye
çekilip, sessizce beklemek üstelik neyi beklediğini bilmeden. Hatta çekilmişken
o köşeye koca bir hiç sayılmak görmeyen gözlerin eşliğinde. Ya, bunun öncesi…
Bırakın sonrasını,
şimdisi bile yok, zaman bakımından; öyle ya bir hiçken zaman denen mefhumun ne
önemi var ki.
Peki, var olmak ne
anlama gelmekte… Aşırı sosyal bir kimlikle, kalabalığa karışıp, oradan oraya
koşturmak mı gerek güdümsüz gerek birilerinin güdümü altındayken.
Yoksa; belli bir makama
gelip, hiyerarşik sıralamada en tepede bir noktada bulunmak mı…
Daha iyimser bir bakış
açısıyla; bırakın kişisel gelişiminizi tüm ideallerinizi, hayallerinizi
elinizin tersiyle itip, evlenip, çoluk çocuğa karışmak mı. Hatta sayısız çocuk
yapıp, nüfusa katkıda bulunmak ve eş olarak tüm vazifeleri ifa etmek, artık
size düşen her ne ise: Lezzetli yemekler, aralıksız ev işi, çocukların bakımı
ve geri kalan zamanda da kadınlık vazifesini yerine getirmek gibi. Öyle ya,
toplum ne der sonra… Ya, kendinize ayırdığınız kısıtlı süre. Keza o süre de
sınırlı kelime ve sohbetlerle heba olup gitmekte. Bazı detaylar, eş dost
muhabbeti gibi…
Aynı anda eş, anne ve
çalışan kadın sıfatı da hiç yabana atılır değil doğrusu. Ne yazık ki günümüz
itibariyle, tek kişinin geliri yeterli olmamakta aile bütçesine. Bu sefer de
aşırı yoğunluktan dolayı zaman yetmemekte.
Ve gelelim son
seçeneğe: Hiç biri!!!
Peki, o zaman nesin
sen? Gerek toplumun gerekse eş dostun gözünde. Akıllara zarar doğrusu. Ve
kaybolmak nihayetinde, boğulup gitmek hem de sığ sularda, bir hiç uğruna…
Bu arada gelişim süreci
de hiç durmaksızın işlemekte. Öyle ya, gelişim ömür boyu işleyen bir mekanizma.
Gelelim ideallere,
ideal dediğimiz beklentiler ne durumda acaba. Hani şu bir türlü gerçekleşmeyen,
kocaman sabun köpüğü halinde uçuşan hayaller. Siz çoktan kaybolmuşken, kim
bilir, ne kadar da körelmiştir beklentileriniz, kim bilir.
İşin sosyal boyutu ise
içler acısı. Hiçbir kesime uyum sağlayamadan geçen yıllar ve heba olan koca bir
ömür. Size sırt çevirenler, bakıp da görmezden gelenler hatta duyup da cevap
vermeye tenezzül dahi etmeyenler: Bir hiçmişçesine hem de… Tabii ya; bir
yaptırımınız yoksa maddi anlamda da belirli bir titre sahip değilseniz nasıl da
demoralize olursunuz.
Gelelim görselliğe ve
dış görünüşe. Bu da ayrı bir konu, hele ki günümüzde. Eğer ki; iki ucun tam da
ortasında bulunuyorsanız, bu da demek oluyor ki; siz hiçbir gruba dâhil
değilsiniz. Bu, bir bakıma sizin siyasal tutumunuzun ne denli muğlâk olduğuna
da işaret etmekte. Eğer ki; peşinden sürüklendiğiniz bir ideolojiye tabi
değilseniz ya da fazla yansıtmıyorsanız siyasi görüşünüzü, bunun getirisi hemen
hemen yok. Zira günümüz itibariyle, tutumlar ve yaklaşımlar itibar görmekte.
Ve görselliğin ikinci
ayağı yani fiziki görünüm ve dış güzellik. Eh, kimse iç güzelliğe itibar
etmezken, dış görünümü de göz ardı etmek olmaz.
Ortalamanın oldukça
üzerinde olabilmekteyken fiziksel özellikleriniz, bunun avantaj ve
dezavantajlarını yaşamamak da mümkün değil sonuç itibariyle: Her iki cins
açısından da sorunlar getirebilmekte. Hatta ve hatta buraya bazı menfi tutumlar
da dâhil olabilmekte. Her ne kadar siz bile umursamazken dış görünümü,
insanların tutumunu anlamak pek de mümkün değil. Hele ki; doğallık ve sadelik
yazıyorsa literatürünüzde, bu da ikinci bir eksi olarak yazılacak hanenize. Siz
ne kadar iç güzelliğe odaklansanız da, ne önemi var ki iç dünyanızın. Zira
fiziksel ölçüleri çoğu insan çok güzel bir koz olarak kullanabilmekte, çünkü
kabul gören de bu, çoğunluğun gözünde. Kısaca insanların bu izafi tutumlarını
sorgulamak pek olası değil zira çarkların işleyişi onların lehine…
Sonuç itibariyle,
kaybolan çoktan kaybolmuş. Ortalarda gözükseniz de gözükmeseniz de, kimsenin
umurunda bile değil artık…
Kısaca toparlamak
gerekirse; hiçbir gruba dâhil olmamak oldukça tartışma götürecek bir konu. Zor
belki ama gerçeğin de ta kendisi. Biraz da sıkıcı, itiraf etmek gerekirse. Hele
ki; paylaşacak çok şeyiniz varsa…
İnsana dair kavramlar,
olgular öylesine göreceli ki. Birine çok anlamlı gelen bir diğerine oldukça
saçma gelebilmekte. Kısaca subjektif bir bakış açısı tarafımızca geliştirilen
ve tabii ki kişiye dair özelliklerle de ilintili: Algılamak, algılamada
seçicilik, aile yapısı, bireysel özellikler, alınan eğitim ve hayat deneyimleri.
Hatta ve hatta beklentiler, yaşanan hayal kırıklıkları da dahi tüm bunlara.
Kaybolmak ama neye ya
da kime göre. Psikolojik açıdan irdelersek, tamamen ‘’kendini gerçekleştirme
sürecine’’ denk gelen bir kavram. Belli ihtiyaçların giderilmesi ve ünlü Maslow’un
İhtiyaçlar Hiyerarşisinde gelinen nokta. Bu da yine eğitim ve beklenti
seviyesine göre değişiklik gösterebilmekte.
Para kazanmanın verdiği
haz ne olursa olsun, eğer ki sevdiğiniz bir işle iştigal etmiyorsanız, o zaman
bir şekilde kendinizi arayış süreciniz devam edecektir. Belki bir anda nihayete
erecek belki de ömür boyu sürüp gidecek bir eylem bu, arayışınızın boyutuna
göre değişkenlik gösteren.
Kısaca beklentilerimiz
doğrultusunda verdiğimiz çabalar ve ideallerimiz bizi bağlamakta.
Bir gerçek daha var ki;
küçücük şeylerle yetinip, mutlu olmayı bilmek. Aslında küçük mutluluklar herkes
için geçerli. Ama bu, asla ve asla
beklenti seviyenize ket vurmamalı.
Her şeye ve herkese rağmen
ve geçen zamana inat, umutlarımız içimizde yeşerip eninde sonunda meyvesini
verecektir. Tabii ki bu arada hayattan da bir şekilde keyif almak, tamamen
kişinin maneviyatı ve kişilik yapısıyla ilintili.
Kaybolmamak ve
kaybolmamanız dileğimle…