Kıt kanaat üşengeç iklimlerin boyut değiştirdiği onca meridyen ve paralel arasında sıkışıp kalmış küçücük bir oğlan çocuğu kaderi ile istekleri arasında gidip gelen. Ne varsa içinde gizli saklı biçimlendiriyor elindeki oyun hamurunu. Güler yüzlü ve al yanaklı anası gülümsüyor çok uzaklardan ve usul usul okşuyor altın saçlarını yavrucağının. İki damla yaşta neler saklı; kısacık ömrü ve omuzlarına binmiş o ağır yük.

 

Öksüzlüğünün hükmünde iken aslolan kimselere gösteremediği yalnızlığı ve kifayetsiz bedeni. Aslında ne kadar aciz ve dirayetsiz addedilse de görünenin tam tersi kocaman yüreğinde ne anılar ve yaşanmamışlıkların özlemi saklı.

 

Göçüp gitmiş göçmen kuşların haşin çığlığı uzaklardan nüksetse de tek duyulan şıp şıp damlayan yağmurun eşliğindeki inci taneleri. O inci taneleri ki kıyamazdı anacığı.

 

Analar kıyamazken yıkıp geçmeyi marifet sanan eşref-i mahlûkat. Suskun yüreklerin nezdinde konuşan gözler. Bakmadan gören, duymadan bilen ne varsa büklüm büklüm kıvrılan, depreşen söylemler.

 

Hacmini geniş tutan derin bir algılama seansı her seferinde daha da büyüyüp gelişen. Biraz nazlı da olsa ya da oldukça kırılgan bir kadar gücüne güç katan. Emsal teşkil etmemek de mühim olmasa gerek. Zira tadı daha bir damakta kalıyor bakıp da doyamadığın ne varsa tıpkı istiridyenin içinde saklı o inci tanesi gibi.

 

Spot ışıklarının altında ve yörüngesi çok farklı mecralarda seyreden…

 

Neye ya da kime meyledersen et, ey sefil varlık. O kadar da zor olmasa gerek diğer yandan, izbe ruhların sığınağına tecavüz edip, kendine korunaklı bir yer araman. Sayısız dolambaçlı yol nereye çıkacağı meçhul: Olabildiği kadar meçhul olsun, keyfi de burada.

 

Onca atak seyri her an değişen ve hezimete uğrama olasılığı. İfşa olsan ne olur ki ne de olsa sıra ilerlemekte. Hâlbuki günahsız bilirdik kendimizi bir o kadar yalın ve gerçekçi. İnandık, inandırdık hatta yalanlara bile kandık bile bile üstelik.

 

Üç beş doğru vardı net kalan derken yanlışların hücumuyla onlar da elendi ve seyreldi.

 

Gün, hafta, ay devrildi derken çaldık ömrümüzden gün ve gün. Çaldık nefsimizden çaldık birbirimizden. İstem dışı yanılgılar bile durduramazken ne kar beyazı beyazlığımız kaldı ne de pamuk kalbimiz korudu yumuşaklığını. Olabildiğince haşin ve kirli. Ne çıkar biraz daha kirlensek, derken zifte bulandık.

 

Kar bile beyaz yağmıyor eskisi gibi hatta kar bile yağmıyor. Yağmur çamura bulandı. Belli ki kıyamet alameti tüm bu olanlar. Ne kasırgalar dindi yüreğimizde ne afetler engel oldu duyarsızlığımıza. Afetin ta kendisiydik oysa olabildiğince umarsız ve zalim…

 

Etme bulma dünyası…

 

Bir adım bir adım daha derken uyandık gecenin bir vakti. Sabahı beklerken gördük ki her şey basit bir imge imiş zihnimizde tasavvur ettiğimiz.

 

Haydi, düşün yollara. Ne bir eksik ne bir fazla. Ne de olsa çok var bizim gibilerden.

 

Nasıl da iştahı kabardı nöbet tutan kara meleğin. Çok ağırdı yükü bizden devraldığı.

 

Ne bir eksik ne bir fazla…

 

Çoktan yitip gitti giden. Dönüşü yok asla…

 

 

 

( Ne Bir Eksik Ne Bir Fazla başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 6/22/2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.