Zifiri karanlık çoktan
zikretmiş adımı.
Sayısız mum dizili
odada boylu boyunca. Titrek gölgeler oynaşırken çapkınca, ahenkle ıslık çalan rüzgâr
hınçlı bir ihtirasla söndürmekte aydınlığa tutunmaya çalışan mumları. Az da
olsa nükseden aydınlığın tek mimarılar oysaki…
Korkmamak mümkün mü: Hem
soğuk hem karanlık üstüne üstük basireti bağlanmış bir yalnızlık…
Üşengeç bir tavırla
yelteniyorum adımlamaya ve duraksıyorum yeniden. Ne mecalim var ne de isteğim. Tüm
isteklerim söndü alevi yitip giden mumlar gibi.
İki seçenek serili
önümde: Ya kalmalıyım ya da bir hışımla terk etmeliyim bu izbe ve metruk âlemi.
Koyu ve dipsiz bir kuyuda kaybolmuşçasına perperişan bir tek edilmişlik…
Bir başına ve bir o
kadar dirayetsiz. Alışkın olmalıyım oysa öyle ya ahir ömrümde kim tuttu ki
elimi.
İyice ayyuka çıkan
alayları duymamak ne mümkün. Kendi sefilliğim yetmezmiş gibi işin yoksa bir de
kayıp ruhlarla uğraş dur. Belli ki neşesi yerinde haricimde kim varsa. Neden nasiplenemedim
ki azıcık da olsa sahip olamadıklarımı. Komik bir o kadar da umarsızım. Kendimden
mükellef olduğum gerçeği yine bir tokat gibi yüzüme çarptı. Aldığım darbelerin
haricinde ne derece önem arz edebilir ki tüm bu gerçeklerin çıplaklığı.
Ne kolay olurdu
aralarına karışmak tabii ki görünmez olmam kaydıyla.
Varsın savruk benliğim
meyletsin isimsiz ve tahakküm altındaki hiç var olmamış sanrılara. Biraz benzer
bir o kadar uyumsuz.
İki kapıdan birini
seçmeliyim. Aydınlık ve karanlık bir bahçenin girizgâhı kapılardan biri. Biliyorum
da üstelik hangisini seçmem gerektiğini. Diğer kapının nereye açıldığı ise bir
o kadar meçhul. Kim bilir belki de uçsuz bucaksız yeni bir boşluktur içine
girdiğimde hepten kaybolacağım. Alışkınım kayıplara ve kaybolmaya. Çoktan kaybolmuşum
ilk günden beri üstelik. En kötü ihtimalle iyice görünmez olur ve karışırım
kayıplara ve nihayetinde sıvışırım bu rezil ve kepaze dünyadan. Ben istemedim
ve seçmedim de üstelik ne varlığımı ne de mekânımı.
Çekincelerim öylesine
sarıp sarmalamış ki ne öncesindeyim yaşanmışlıkların ne de bir adım dahi
atabiliyorum bir sonraki basamağı geçmek adına.
Yüzü ve bedeni olmayan
bir falcı beliriyor ıstırap içindeki ruhuyla.
Olmaması gereken ne varsa mevcut görünmezliğinde. Belli ki bir ömür boyu
sarf ettiği kehanetlerin vebalini ödüyor. Vuku bulan derin bir huşu içinde
sokuluyorum yanına:
-Sen yoksun ki, diye
serzenişte bulunuyor.
-Madem ki yokum nasıl
görebildin, dememle hissettiğim ne varsa karışıyor bilinmezliğe ve yok olup
gidiyor.
Her şey ve herkes imkanızlıkların
gerçek bir tezahürü. Onca yalıtılmış düş, gerçek sandığım binlerce yanılgı ve
dibe vurmuş istem dışı sayısız muhalif düşünce…
Varlık ve yokluk arası
gidip gelen ve sonu olmayan bir tren belki de tüm kompartımanları boş. Keza kendimden
bile şüpheliyim artık; bu yolun yolcusu muyum, diye.
Sabaha daha çok var. Ve
biliyorum ki güneş de küskün ve yılgın. Birbirimize olan küskünlüğümüz ve
hıcımız yetmezmiş gibi kâinat da çekti elini eteğini. Dünya diye addettiğimiz
her ne ise sonunda benzedi bizlere: Kir pas içinde, yalanla yıkanmış ve bir o
kadar uzağında masumiyetin.
Ne düzen kaldı ne de
sıra sıra dizili kaide. Yetmezmiş gibi tüm ulvi ve ruhani varlıklar da
uzaklaştı. Körelmiş zihniyetlerde at koşturan onca çekince…
Eşikte beklemekte seçim
sahipleri: Ya şimdi ya da hiçbir zaman…
Fazla seçenek de
kalmadı zira. Yaradan bile öylesine muzdarip ki donuk ve kifayetsiz
ruhlarımızdan. Suç teşkil eden ne varsa sorumlusu her kim ise gömdü başını kuma
en dibine üstelik. İsteyen istediği kadar kamufle etmeye çalışsın kirli
emellerini. Zayiat çoktan verilmiş.
Ey, aydınlık yarınlar
ve kaybolmuş tüm ihtimaller! Söyleyin nereye saklandınız?
Çakan şimşeklerin
eşliğinde geçici de olsa aydınlanmakta gökyüzü ve tüm günahlar bir bir yağıyor
başımıza: Ölü bedenler, istiflenmiş kefaretler, savruk arzular ve dipsiz
sancılar. Ve ne varsa yıkıp geçiyor kâinatı. Çok geç artık. Dönüşü olmayan bir
yo sonunun olmadığı.
Çekinceler hepten
mülteci kamplarına firar etti.
Ne başımızı sokacak bir
sığınak var görünürde ne gizlenecek boş bir kuytu.
Hepten yitip gitti
sesler. Ne tek bir hıçkırık ne de tek bir kahkaha.
Bilinçaltının tüm
gizemi daha da depreşti. Belli ki son perde sahnelenmekte. Ve başrolde İlahi
Güç.
İnsanoğlunun zafiyeti,
tüm ihtirası ve bitmek bilmek istekleri hepten yıldırdı ve bozdu kainatın
düzenini.
Nifak tohumları
filizlendi nihayetinde…
Buraya kadarmış. Bir nebze
de olsa tek bir umut yok artık. Dönüşü olmayan bir yol.
Yalnızlık bir ömür
boyu. Ve tamamen yanık körelmiş bağnaz varlıklar çoktan hükmünü kaybetmiş.
Yenilmez bildiğimiz
varlıklarımız şimdi nasıl da dize geldi.
Gün bugün. Dün, bugün
ve yarın derken işte tükendi zaman.
Sadece O ve yarattığı
biz kulların affedilmez ihaneti. Önce kendimize ettik ihanet ve ardı arkası
kesilmedi.
Çekinceler savdı
sırasını. Bizle savdık sıramızı. Her şey geride kaldı artık. Öylesine geç ki…