Toplum olarak aklımızı
kullanmamakta ısrarcıyız. Bizim yerimize hep birileri düşünür, birileri karar
verir, biz sadece verilen kararlara uymakla yükümlüyüzdür. Asla sorgulamayız,
sorgulama hakkını da kendimizde görmeyiz.
Gençlik yıllarımda bir siyasi
teşkilata gidip gelmeye başlamıştım. Yanlış gördüğüm bir konuda fikrimi
söyleyince “Sen liderden iyi mi biliyorsun, o böyle söylediyse doğrudur. Sen
düşünme, liderin söylediğini yap!” dediler. Zaman içinde gördüm ki
düşünmeyen, sorgulamayan ve sadece yönlendirildiği gibi giden bir teşkilat…
Düşünen biri olduğum için uyum sağlayamadım.
Üniversite yıllarımda bir dini
gruba dahil oldum. “Bu uygulama doğru değil, böyle olması lazım” dediğim için
çok makbul biri olmadım. “Sen şeyhimizden iyi mi bileceksin? O ne derse
doğrudur.” dediler. Yapıma uymadı, bıraktım.
Üniversiteyi bitirdim, devlette
öğretmenliğe başladım. İdarenin uygulamalarını sorguladım, öğretmenler odasında
konuşulanları sorguladım. “Sen idareden, devletten iyi mi bileceksin?” dediler,
ayrıldım, özel sektöre geçtim.
Bir gruba bağlı olan çalıştığım
lisenin birkaç uygulamasını sorguladım. Açıkça “Senin yerine biz düşünürüz, sen
düşünme, sadece işini yap!” dediler. Düşünmem lazımdı, ayrıldım.
Askere gittim, gözümde
büyüttüğüm askerliğin sadece itaat olduğunu, düşünmediğini, sorgulamadığını
gördüm, soğudum.
Çevremde hep muhalif
addedildim. Halbuki ben muhalif değildim, sadece düşünüyor, sorguluyordum.
Yanlışa yanlış diyordum. Devletim, liderim, şeyhim, komutanım, müdürüm ne derse
doğrudur demedim. Bir yanlış görmüşsem yanlış olduğunu söyledim.
Düşünebildiğimi, insanların düşünmesi gerektiğini, sorgulaması gerektiğini
ifade ettim.
Peki, bu yazıyı neden yazdım?
Hafta sonu üniversite sınavı
vardı. Oğlum üniversite kampüsünde sınava girdi. Şehirle üniversite arası 20
kilometre.
Oğlumu sabah sınava götürdüm,
bırakıp dönecektim. Çocuk bina girişinden geri döndü, ne oldu dedim, cebindeki
parayla içeri almamışlar. Metal dedektöründe sıkıntı olmasın diye bozuk para
vermemiş, dönüşte dolmuşla gelsin diye kağıt para vermiştim, onu cebinden
çıkarttırmışlar, içeri almamışlar.
Çocuğun sınav öncesi morali
bozulmasın diye parayı alıp tamam, dedim, sen gir sınavına, biz buralardayız,
bekleriz.
Onun ardından ben yöneldim
kapıya, girişte kontrol yapanlara haykırdım: “Bu çocuklar 20 kilometrelik yolu
yürüyerek mi dönecekler şehre, hangi akla mantığa hizmetle parayla içeri
girmesine izin vermiyorsunuz?”
“Bizim bir suçumuz yok
beyefendi, ÖSYM’nin aracısıyız biz, kural böyle, sadece kimlik kartı ve sınav
giriş belgesi olacak, başka şeyle içeri girilmeyecek diyor ÖSYM.”
Düşünmekten aciz görevliler
için haykırmak zorunda kaldım: “Kardeşim, ÖSYM’deki dangalaklar bu çocukların
nasıl geri döneceğini düşünmedi diye siz de mi düşünmüyorsunuz? İnisiyatif kullanın,
bunca çocuğu ailesi burada bekleyecek mi, ailesinin arabasıyla gelemeyen,
dolmuşla gelen çocuk yürüyerek mi dönecek şehre, sizin çocuğunuz olsa ne
yapacaktınız? Bu çocuklar ceplerindeki beş lirayla kopya mı çekecekler?”
Sanırım düşündüler ki benden
sonraki çocukların parayla içeri girmesine izin verdiler.
Düşününüz lütfen!
Düşünün, sorgulayın, fikir
üretin, varlığınızı fark ettirin.
Tebaa olmayın!