Su akar, yolunu bulur.
Heybetli bir söylence zannımca. Ne var ki bunda şimdi, değil mi?
Dokunuşu nüktedan ılık
bir kış günü, sözüm ona ve rağbet görmediğim tescillendi neredeyse. Neden, derseniz…
İnanın ki lafını etmeye değmez.
Göstermelik bir
mutluluk mademki bahşedilen, hiç lafı dolandırmaya yok niyetim. Bir varmışım da
yoksun kılındığımın ertesinde illa ki gölgelenecek şu münafık ve sancılı
gündönümü. İşin aslı, zaman evrildikçe ve ben sırtımı yasladıkça kadere ki
aramız pek iyi değil son zamanlarda. Önce terk ettim sonrasında terk edilmiş
kadar hicap yüklü bir ayrılığa tekrardan göz kırptım. Aymaz bir gölge iken,
kavuran şu kış güneşi ben de sağaltmaktayım gün yüzüne çıkmamış düş
kırıklarımı.
Neye niyet, neye kısmet…
Aşk’a dokunmaksa yüreğin tecellisi, aniden nükseden nefret kıvılcımları ile
ayrı düşüyorum beynamaz kırılganlığıma nazire eden o sıdkı sıyrılmış yıldız
tozlarına bandığım soluk tenimi.
Gün nasıl da heybetli,
Tanrı kadar da görkemli hayatın mizacı. Bir öyle bir böyle yuvarlanıp
gidiyoruz. Sahi, sen ne zaman bozdurdun altın duyumlarını? Bana gelince, sitem
yüklüyüm hanidir soluklandığım o durgun gölün tam da bitiminde. İşin aslı ne
göl var ne de sırtımı yaslayacağım haşmetli bir dağ. Ah, benim akılsız başım.
Gittin gideli, diyeceğim kimse de olmadığına göre neyin ya da kimin yasını
tutuyorsam artık. Mazoşist bir bildirge mademki aşkın izdüşümü bir yandan
büyütüyorum acılarımı. Kırık bir tarakla sağaltıyorum kırık acı diplerimi.
Seviyorum hem de nasıl. Kimi mi? En çok da kendimi. Sanırım fazla barışık
değilim evrenle: Kaydım kuytum da yok madem, sicilimi taratıyorum o esrikli
dökümlere girip ismimi, donatıyorum ekranı, tezahürü kısık bir gülümsemeye denk
gelirken. Davul bile dengi dengine. Eh, kaç tuşu kırılmış ve akordu bozuk bir
piyanoyken elimin altındaki, hangi şarkıyı çalsam de kovulsam dokuz köyden.
Varlığımı idame ettirmek adına tüm beyanatım.
Akla zarar doğrusu.
Gümbürtüye gitti koca bir ömür. Hacizli bir sağanak kadar ahkâm kesen ne
olabilir ki? Söyleyeyim, külyutmaz düşlerimin kurtarıcısı Tanrı iken rast
geldiğim tüm duraklarında şu ahir ömrün, haybeden tüketmeye ve türetmeye devam
ediyorum isli ve sancılı zamanı.
Sorumsuz bir sorun ki
sorunlu bir sorumsuzluk kadar kifayetsiz ve sakıncalı döşemesine ne yığıyorsam.
Tedarik ettiğim küfe
küfe gözyaşıma hürmeten fazlasıyla yoksun kılındığım neşe ve her nasılsa
gideceğim istikameti bilmesem de kesilmişken biletim. Boş bir bavula
doldurmuşken kırpık yarınları, boyutsuz tecellisine rast geldiğim anlamsız
nakaratlarla donatılmış yeryüzü. Gök kubbede asılı kalmaktansa bir mefta
kimliğinde, varsın gölgemi kaybedeyim tevafuk bildiğim o dönemeçte.
Anlık istişarelerin
soluksuz teferruatlarında, tıkanılmışlığımın hezeyanına yüklediğim öfke kadar
hiçim hatta hiçlikten de öte.
Ötesiz dünyaların
ikrarını soluklandığım gömülü aşkların hangi tınısına rast geldimse, işte o
soyut ve hicap yüklü yalıtılmışlıkların nezdinde varlıksız bir nota kadar
isyankârım. Gamlı bir rotanın izdüşümünde, densiz dünlerimin belalı mazisini
yâd ettiğim düş ötesi bastırılmışlığımın anlık arsızlığına rast gelip gerisin geri
kaçmaya mecbur bırakıldığım o izdüşümün revnak kayıtsızlığında devrik bir
mizacın gölgelenmiş kim bilir hangi makamıyım da yüz sürdüğüm, iz bildiğim
yetilerimin yoksunluğunda yoklukla imtihanıma bile şükreden bir garip kadar
asılsız ve yalansızım.
Yitip giden çocukluğum
kadar mecazi bir öngörü olabilir mi dünden arda kalan ama her nasılsa andan
uzak yine de yarına devrettiğim ikballerimin reçetesinde gönlümü doyuran bir
safsata yeri geldi mi duymaktan imtina ettiğim bir tantananın tam da merkezinde
meşk ettiğim…
Ağlak bir yüz ve yeri
geldi mi çığırtkan sevinçlerini gönülden yükselen gama tezat, hanidir piyanonun
tuşlarının telaffuz ettiği gam resitaline nazire eden çığırtkan bir yalnızlığın
beyanatında anlamsız bir çığlık, dünden uzak yine de erişemeyeceğim bir rakımda
olmasını ısrarla inkâr ettiğim… Aşk gibi kutsanmış iken yürek kadar soğutulmuş
belki de kışa nispeten daha sıcak bir döngüde ısınmaya kani olacağı yüreğin.
Bana ait zamansız yok
oluşların, evrene ait göreceli hüzün duraklarının ihlal edildiği bir rotada
aralıksız sürüp giden nöbetim. İnkâr edemeyeceğim bir boyutta nükseden safran
sarısı o beynamaz düşlerim hanidir yok saydığım hanidir yok sayıldığım yine de
niyazıma sığdırdığım ve eksiltmeden anlam yüklediğim dermansızlığım.
Aniden çakan şimşekte
yoksun bırakıldığım kimliğimden nasıl ayrı düştüysem yine aniden intikal eden o
üşengeç bir düşüngecin tecellisinde can bulan teskin edici bir yoksunluk kadar
nüktedan, hanidir sakındığım hanidir sakladığım hanidir ikame ettiğim bir
benliğin çatı arası yalnızlığı…
Kimsesizliğim mi kimlik
kaygımın rötuşunda beyan ettiğim kayıp yarım mı… Hali hazırda varsıl bir
gölgeye tekabül eden iç sesim kadar izafi mi yoksa ayrı düştüğüm yine de
ayrıştıramadığım ne çok çekince an’ı kıymete bindiren ansız bir gösterge belki
de.
Düşünmeyi becerdiğim
sürece varım.
Varlığımı idame
ettirdikçe tescilliyorum zihnimin kıvrımlarını.
Hissetmekten yoksun
olmamak belki de en büyük yoksunluğum.
İnkârsız günler haddinden
fazla bir yalıtılmışlık ile tahakküm yüklü karanlığını sırtlarken köşe bucak,
kapıp koyuverdiğim anlık dokunuşlar kadar mecalsiz bir istemle yansıyorum,
yansıtıyorum ve kırılıyorum. Kırgın çiçeklerin sıkılgan ritüelinde, bıkkın ve
yorgun edimlerle hayat bulan tutarsızlığını yordarken hayat dökümü
menkıbelerin, gönül gözümün gördüğüne kâiniyim bir o kadar teferruat yüklü
eylemlere yüklediğim anlamlara toz konduramazken, itilmişliğin bitiminde
tütsülüyorum arsız ve ansız düş kırıklarımı.
Mizacı yitik bir şehre
denk gelmiş o sessiz kalabalığın hangi sırasına denk düşüyorum da görmez
gözlerin indinde bir kıvılcıma delaletim…
Sıra dışılığın
sıradanlığında verdiğim kayıplara söz geçirememiş iken ayracında hayatların
kestirmeden vardığım hangi sokak kim bilir kaybolmak adına tescilli bir
ikametgâha dahi haiz olamadığım.
Süzen bakışlar hicaz
yüklü, sanrılar konfeti misali hele ki çalıntı rüyalarımın bekçisi melekler
bile yorgun ve bıkkınken ne yapsam da uyanık tutsam çocuk yanımı. Bariz olan şu
ki, hiç mi hiç niyetim yok öyle şatafatlı bir hayatı yudumlamaya. Kırıklarımla
ve devingen o sakil kimliğime sığdırdığım kifayetsiz göstergesini hayat
teleskopunu da ekledim mi, yana yakıla büyüyorum bir o kadar gözümde büyüttüğüm
yalnızlığımın dolambaçlı hüzün ve rehavetine katık yaptığım gönül yorgunluğumu
da dâhil ettim mi, yok benden iyisi.
Bezgin bir düş
sakiniyim altı üstü.
Ansızın bastıran
ahmakıslatanın en sevdiği ahmağım hatta.
Aşka ayarlı frekansı şu
gök kubbenin mademki tescilli bir aymazlıkla hasreti yudumluyor, sorun değil,
bir ömür beklerim. Gerçi giden gittiğiyle kalıyor ama… İnanın ki sonrası yok.
An itibariyle büyütüyorum hayal kırıklıklarımı hatta kırpıyorum uçlarını olur
da tescilli ve günü birlik bir sevinç yumağına denk düşerim diye.