Hiçlik soluduğum bir şarkıda kim bilir hangi nakarat?

 

Hangi iklim, hangi seyir hele ki gözden düşen bir yas’a taktığım zincirin kaçıncı halkası iken anbean doğurgan bir rehavette asılı kalan son kanca kadar delip geçen: Kâh dünden arda kalan belki de mevkidaşı bir imgenin kırsalında anlık bir hıçkırık kadar muktedir olamadığım bir yakarışın tekil izleğinde rahvan bir reçete: Yine ardıma taktığım çıngıraklarım, peşine düştüğüm aşkın boyutsuz tecellisinde, sünepe ve rezil bir yara iken kangren olmuş ellerim kanatırken.

 

Densiz bir cümleyim, görmez misin?

 

Susuz bir vahanın bakir yalnızlığına çekilen peşkeşte bir sığıntı imgeyim, sormaz mısın?

 

Gönülsüz bir aşkın olmayan sancısısın ve savruk bir şarkısın: Tüm notaları çalıntı, tüm girizgâhı kanla kaplı.

 

Adsız bir tesellisin sen: Başı olmayan bir cümlede verdiğim onca kayıp imge kadar sırıtkansın da hatta somurtuk bir imlecin kırık niyazında riyakâr bir gözyaşısın.

 

Sensin işte sensiz bir imgelem sağanağında bir kez de olsa varamadığım o kayıp kıta…

 

Sonsun çünkü ben sonsuzum.

 

 An’a dair bir serzeniş ki ikilem yüklü bir yüreğin konuk olduğu o tecellide saklı belki de en sakıncalı cümle. Cümlenin tekerinde soluk bir rota belli ki düşbaz bir oyun kadar sığındığım ama sığdıramadığım gönüllü gönülsüz hangi söylence ise nazarımda anlık bir rötuş kadar da tahakkümperver.

 

Başını yâd ettim edeli eremediğim bir nihayet.

 

Süreci zorlaştıran yine de bir nebze olsa da soluklandığım.

 

Kırık hem de çok kırık iken dümeni kırıp yeni bir soluk hani olur da sondan bir evvel konakladığım o evde çıkarırım ıskartaya ne varsa yanımda getirdiğim…

 

Kırık bir somya: Hayli paslı ve silikon bir yastık, vicdan niyetine başını yasladığın. Yas addedilen bir yaş mı yoksa rahmet bilip de esirgediğin o cümleyi telaffuz edemezken?

 

Yetmedi mi? O zaman başlıyorum, iyi dinle…

 

Hani düşünmüyor değilim lakin ırgat bir düş kırıklığı iken tecelli eden, avutmakla meşgulüm düş yaralarımı ve tedavi edemediğim ölçüde çoğalıyorum ve çoğaltıyorum yeni benleri ve yeni seçenekleri. Şu da bir gerçek ki, haznesinde alabildiğine küflü ve makamsız söylence saklı, o ibrikler iken biteviye akıtan ve ben ellerimle doldurmaya çalıştıkça suyu boşalmış o dipsiz okyanusu. Bir sandal olsam çoktan batmıştım ve belki de bir filikanın neresine konuşlanacağım da sağ çıkacağım bu alaboradan.

 

Güncemi karıştırdım dün gece. Soğuk bir gecenin en sıcak köşesi iken sığındığım gönül, tüm gönülsüzlüğümle sükûta bürünmüşken ne olduysa zıpladım yerimden. Depremin artçıları da geldi peşi sıra lakin ne bir kımıltı haiz oldu insanlarda ne de telaşa düştüler. Belli ki iç yangınım belli ki defolu bir yalnızlığın en rahat koltuğu vicdanımın konuşlandığı.

 

Adamlar ve kadınlar gelip geçerken mütemadiyen mırıldanmakta aynı şarkıyı:

 

‘’Dün gibi dün gibi çekip gitme.

’Kum gibi, kum gibi ezip geçme.’’

 

Adını bilmediğim isyanlarda bilumum kelimeye rast geliyorum bir yandan: Pervasız söylencelere sığdıramadıkları nefreti boca etmekteler gecenin bir vakti. Yetmezmiş gibi, büründükleri ahkâmlara yerleştirdikleri izlencenin hâkim kıldığı o tahakküm iken perdeleyen gözlerini, gecenin peçesine rast gelip yitip gidiyorum esen poyrazda. Bu kış çok üşüdüm ve geçen yaz da. Bir önceki kış ne sıcaktı oysa. İşte mütecessis bir itiraf, sığıntı bir varoluşmuşçasına muştalanan ve her nasılsa pek de irdelemediğim bir diğer düş yarası.

 

İndindeyim anlamsızlığın ve o göreceli kalabalık iken racon kesen, umarsız bir diriliş peyda oldukça günbegün, her nasılsa yanılmayı maharet bildiğim eksiltili bir hicap duygusu bir o kadar körelten yetmezmiş gibi gücüne güç katan kötülük. Mahrem bir imgenin yansıttığı o hulasa dalga hem de okyanusun en hırçın akıntısında kaybolmuşluğuma çeyrek kala, bir düş’e sarılıp meyletmişken bir kez en derviş ve sakil gönüldaşı olmama ses çıkarmayan bir gölge. Adı olmayan bir sakınca mı yoksa tüm pervasızlığı ile boyunduruğuna girmemin an meselesi olduğu.

 

Gitti, görüyor musun? Kim mi? Ne önemi var ki hem de, ne gelen kalıyor ne de giden geri dönüyor.

 

 Rüştümü ispatladığım bir miladın, geri dönümü olmayan farkındalığında kabul etmesem de rast gelip, boyun eğdiğim.

 

İnsanlar ne der, diye çıkmadığım için bu yola, her daim muzdarip olmak pek de anlam ifade etmiyor ne de olsa anlam yüklü hiçbir anlamsızlık hiç bu kadar acımasız olmamıştı. Acının kıvamı fazlasıyla göreceli ve acıdıkça canım daha da sarılıyorum düş yaralarıma. Yeni düşler peyda oldukça unutuyorum bir öncekini. Benim ki de akıl mı? Yok bir şikayetim asla da olmayacak, diyemesem de suskunluğum namzettir o fısıltılarda kaybolmuşluğum kadar kıymete binmişken…

 

 

 

( Düş Yarası... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 24.01.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.