Hiçliğimin terennümünde pay ediyorum mutluluğumu. Mutlak bir sevincin payidar sunumunda yine verdiğim eş güdümlü beyanatlara yüklediğim bir asalet olsa gerek. Şimdi diyeceksiniz ki, demeniz değil mi boynumun borcu bir teşekkür ve rahmete sığdırmayı elimden geldiğince şart koşmak bendine yazdıklarımın.

 

Zamansız tecellisi tüm olağan dışı söylemlerin ve sıra dışı bir farkındalık yine nükseden üstelik yerli yersiz kurulan bir panayıra akın etmişken onca ahkâm. Diyip diyeceğimden fazlası aslında evrenin buyur ettiği hem de tekerrür eden hangi minvalse çorap söküğü gibi ardı ardına yığılı hezeyanlar iken örtüsüz ödeneği kanayan mecraların ve akılsız soy kırımı yine insanların sağdıcı o azınlık kelimelere yüklenen işte bu yüzden sağanağın ışıltısı ve yordadığı mahremlerde yaptığım yeknesak yolculuktan aldığım doyum iken nefsime hükmettiğim ve devrettiğim mutsuzluk ama sadece dün’e her ne kadar reşit bir olgu olmasa da günün ilk saatleri ve tam reşit bir edimde kesişiyor yolum derken öldürüyorum yirmi beşinci saat iken rükû eden peşi sıra gecenin.

 

Olması gerekenlerle olup bitenler tüm mahremiyeti ırgalayan o süklüm püklüm ve saçaklı dalyaları ile muhabere bellemekte kaderin hak yemez ve kimine göre keramet bellenen tokalaşmalarını.

 

Kelimeler yontuldukça, ömür törpülendikçe, aşk yaftalandıkça ve kalem dokundukça.

 

Sihirli bir derya, gizemli bir doğum ama en beklediğim ölüm. İlla ki gece olmalı ve aydınlanmalı ruhum gecenin hangi saati ise esaretine girmişken meftun kalemin. O bana sevdalı ben ise hayata dokunuyorum hem de tüm hırçınlığımı bertaraf eden sanı yüklü bir tahakküm yine istikametimi tayin etmeden içgüdüsel bir terennümü de takınarak. Artık hangi aklı evvel cümleyi girizgâh belleyip de sonlanmadan gece nihayete erecek yazdığım solgun cümleler.

 

 

Ne bir hırs ne bir nefret ne de sarmalındayım haris duyguların sanırım biledim tüm yankılarımı öldürürken ve beyan ederken günün yitiminde beni kucağına alan yazma sevdası.

 

İki büklümdüm oysa günün başlangıcında ve hayli yorgun.

 

Teneffüs ettiğimden ziyade tedarik ettiğim o ıslah olmaz değişkenliğim ne de olsa kızgın bir ruhu sindiriyorum masa başında parmaklarım ritim tutarken ve kulağımda çınlayan sesi yine hayat şarkısının: Ne olduğundan ziyade beni uçurmalı: Kâh düne kâh An’a kâh yarına meyleden vakur bir tını iken kulağımdan yüreğe ve oradan da boş sayfaya dökülen.

 

İklimler gibi yoksa ikilem yüklü mevsimlerin boşboğaz hüznü mü damıtıldığım onca karede peyda olan bir var oluş çizgisinden yoksunluğumun ve hiçliğimin tolere eden o dokunuşunda anlık bir yalıtım da olabilir: Tıpkı hüzün gibi belki de buhran yüklü sancılardan nemalanırken yorgun ruhum bu yüzden diril bir bağlamda nüksetmekte katsayısı iken bir türlü nihayete erdiremediğim o iç muhasebesi günlük uğraşlarımın…

 

Ucundan bucağından belki de çok uzak belleyip de yüreğime indirgediğim.

 

Sanrıları bertaraf edip gözlemlediklerim.

 

Hırçın ve haris ruhları görmezden gelip de sadece sevginin dokunduğu.

 

Mesela…

 

Vermekten ziyade hangi örnekse yüreğimi buyur eden o mecrada bütünleştiğim ya da hangi sarmalsa ruhumu örtüştüğü inanılmaz bir huşu yaratan yine evrenin nüansında yüzümü aydınlatan.

 

Anlık…

 

Ömürlük…

 

Ve hiçliğimi muhafaza ettiğim yeni öğretiler iken yine ansızın seyreden bir mefhummuşçasına çatık kaşlı bir kelamdansa yüreğe iyi gelen hoş bir terennüm belki de bir yabancıdan yansıyan ama asla yabancı hissetmediğim bir dokunuş yeter ki paylamasınlar yüreğimi ve tasavvufu yürekte çağrıştıran bir çocuk masumiyeti kadar berrak iken gök kubbe.

 

Sükûtun haznesinde coşkulu bir söylence.

 

İtibar ettiğim hakkaniyet yüklü gö(ü)z sağanağında depreşen mutluluk kadar da baki olmalı oysa tedirginlik addedilen çatık kaşlı nüansı yine devri âlem yapmayı ertelediğim hangi minvalse gönül suremin en temkinli seyrinde yol almışlığım.

 

Boyutsuzluk iken an’la düne nifak sokan ve hüzün kadar da akla zarar tehdidi umut başlığında gocunduğu kederin.

 

Büyümekle belki de depreşen hüzne varlık addedilen bir yükümlülüğü de tescil ettirdim mi hangi kovuşturma ise Allah’a emanet seyri bilinmezin.

 

İkramlarda kala kala aklı muzip yorgunluğumun çetrefilli bir yoksunluğu da mimliyorum ansızın. Tüm vehim tezahüratını yok saymakla da mükellefim hanidir belki de bu yüzden her satır başında tam teşkilatlı bir sakıncayı da göz ardı edip adımlıyorum: Bir iki, bir iki… Tezahüründe muhafız alayının, sayıp sövüyor hayatı istimlak etmiş hangi ritüel ise gönül koyduğum.

 

Anlatım şerhi koyduğum dip notumun da dibine yığdığım ve sadece bir seferlik kullanıma tahsis ettiğim üç beş gözyaşı ve menşei belli bir derya yine içinde terk edilmişliğimi yok sayarken Yaradan. Her aksaklığı ve her notayı rota belleyip sığındığıma sığdıramazken iç sesimin frekansını üstelik en düşük dozda bir bukle de olsa nasiplenmeyi bekliyorum ve diliyorum yine de üstün körü sefaleti belirsizliğin tehdidi iken hükmediyor aymazlığında hangi sancı ise yakalandığım has bel kader.

 

Son addedilen başlangıçlar…

 

Zırhını delmekle itham eden zinhar yalan ve ırgat söz kümelerinde işgal altında olmamaya ant içmiş bir mecra ki adı olmayan ya da menşei gizem ve sevdadan yana…

 

Çoğalan üzünç taneciklerine yüklediğim itiraflarla kanattığım yaraların merhemi olmasını istediğim yeni bir gün ve günce belki de tutarsızlığın mesken edildiği düzenekte yok olmaya aday iyi ve dürüstün simgesinde takılı bir ayraç kadar da ırkçı bir tutum yine gruplaşmaya giden toplumun ve toplulukların iç sesine geçirdiğim sedef bir örtü.

 

Görgüsüz.

 

Aciz.

 

Sıradan.

 

Sıra dışı.

 

Gölgelerin kaçıştığı.

 

Varlıkların itham edildiği.

 

Kısa.

 

Belki de çok uzun.

 

Nöbet geçiren nefretin soyut cüppesini görmezden gelen hangi melekse kaçışan bekâretinde mutluluğun ve hüznün, bir gölgeymişçesine, boyutsuzluğun hicap yüklü sağanağında sadece ve sadece Yaradan’ın duymakla duymamak arası bir düş’e geçirmişken tırnaklarını o aklı evvel fani.

 

Bir kalemde yok saymak ki cürüm kaynaklı bir mezhebin sıra dışı vecizesi iken yine kır yüklü bir beyanatın da en kirli girizgâhta bile boyutsuzluğu göreceli bir ahkâmla yargılayan…

 

Sona meyleden bir tonda, kader hangi dokunaklı martavalı beyan etmişse…

 

Belki de kederin tokalaştığı en görgüsüz coğrafyada insan ırkı iken yalıtılan ve yine insan ırkı ki bilfiil yalıtan ve yerin dibine sokan…

 

Yine de tecelli eden en dürüst rota, sevgiye dair bir uzamda ıslanmak kadar kayıt dışı olmaya aday ama her halükarda üstümüze bulaşan sevgi zerreciklerinden nasıl hoşnutsak sevginin tezahüründe yalıtılan tüm duygulara helal olsun.

 

Sevgiden türeyen ve tükenmeyen.

 

Sevdaya namzet hangi çiçekse aşkın coğrafyasında boy veren…

 

Ve tüm itibarı iken sevgiyi meziyet bellemiş her canlı…

 

 

 

 

( Hiçliğimin Terennümü... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 10/7/2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.