Mezheplerini biliyor insanlık nefsindeki törpü ile ve adımlıyor yorgun yokuşu.

 

Densiz yarınlar saplanırken bağrına eğilip topluyor gelincikler arasında açan güncelerini ve demlendikçe yaraları büyüyor ama büyümüyor asla içindeki bakir çocuk tarlası ki engin mecraların yorgun atlaslarında büyütürken gecenin gizemini.

 

Demli serzenişler iken ayyuka çıkan ve sızıntı ihlaller iken yine en derin kâbus, tümden gelen coşkuyu yığıyor satırlar kadar doğurgan bellememişken yine yorgunluğun tarhında bin bir bilinmezi bilindik bir teamüle naklederken ve doluşuyor kelimeler hem de yüz görümü bir imge kadar da mütereddit bir kelamda ortak olmuşken kader ve keder ikilisi.

 

Dergâhına düştü düşeli yolum anlamsız şarkılar iken mızrak bir tonajda ve seyrinde imgelerin, hangi tekeri ise o bozuk ve fevri cümbüşe ev sahipliği yapmaktan öte kaptırmışken ruhunu en kaypak mizaçta can bulmaya aday bir ölünün gümbürtüsü kadar da feryat figan kayıp mezar taşının peşine düşmüş bir meftadan da öte saklı kimliğini bir gölgeye tıkamış belki de kaykılmış bir haris imgeden öte hazin bir yüreğe söz geçiremezken.

 

Uyduruk ve sıradan bir gün olmasa keşke.

 

Rağbet ettiğime bakma sen en azından sazlı sözlü bir ölümmüşçesine sahiplendiğim tüm aykırılığın nizamında tutuşan bir ottan da kuru ve kaypak bir randıman olası muteber rengini yine karaya çalan belki de ölümsüzlüğün kerametine inanmakla kalmayıp pazarlarken cenneti cümle âleme.

 

Sıradanlığın güncesindeyim demlenen dünlerin tefrikasında yığdığım bir mihraktan da öteyim tüm ötelenmişliğini devranın yok saymaktan yorulduğum.

 

Tutanak kaydında yoksunluğun çizelgesinde bir ime bile tekabül etmezken devşirdikleri yalanlara ortak oluyorum.

 

Sen, sen, dememe kalmıyor ki gök kubbe yarılıyor ve yarılanıyor düşlemsel kıvamında saklı tuttuğum reçine çocukluğum.

 

Çocuktum bir zamanlar şimdilerde adsız ve kıytırık ithamlarına gölgelerin denk düştüğüm boyutsuz ve göreceli sağanaklarıma sığan rahmetin en sırdaş tanığıyım.

 

Bildim bileli ama neyi bildiğimi unutmuşken, demek istesem de diyemediğim kelimelerin gazabına uğruyorum. Diyeceğimi demiştim, demek de istemiyorum belli belirsiz diyeceklerimi şekillendiren Tanrı, sabotaj edilen ve ihlallere ramak kala sığ bir kıyıya demir atma mecburiyetine denk düşen o dünlerden kalan yaralarım kanatıldığına değil kanatmak istemediklerine toz konduramazken belirsizliğin de mizacını mimleyen sayısız belirteci yutuyorum sayfanın tam da ortasında.

 

Tümden gelen.

 

Tamsız.

 

Tamlanamaz iken mihenk taşı…

 

Hele ki o nirengi noktasında kıstırılmışlığım ve evrenlerin atlasına gizlendiğim ve gizlemekten imtina ettiğim.

 

Kurulu bağlantılara en uç noktada ve nizamın da ötesinde kocaman bir vurdumduymazlıkla mal ediyorum kâh dünün rahmetini kâh yarınların döşünde pazarlayacağım düşlerimi.

 

İbarenin yönünde mi takılıyım yoksa kovuşturduklarıma meyleden bir yürek güncesi mi izini sürdüğüm?

 

Ola ki düşüşe geçsin hayal ibrem pompalamaya başlıyorum hüzün ve yalnızlık izleğinde somurtuk ve çatallı sayısız teferruatı yüklenmekten iki büklüm iken benliğim. Oysaki başım dik, yüzümde bir yanılsama ve hafif meşrep çığlıklar hem de ötelenmelere kılıf geçirdiğim boşluk iken rükûsunda yine dualarımın ve süklüm püklüm o soytarı gülüşlerini mimlerken iblis.

 

Bir gıdım da olsa hüzün teğet geçmeli gün’e ve gülüşlerimi rehin almalı o tedirgin imlerde kaybolmuşluğuma selam verirken ölü şair.

 

( Kaybolmuşluğuma Selam Verirken Ölü Şair... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 11.10.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.