İkrarın müridi anlık
bir yansıma ise gönülden düşen ve yaşın kırağı çaldığı anlamsız bir hezeyanın
titrek coşkusu dillendiremediğim belki de gücümün yetmediği en naif tını
yürekten yayılan ve her nasılsa bir Allah’ın kulunun üstüne alınmadığı.
Çok oldu buralardan
geçeli yine de her yolum düştüğünde selam ve muhabbetle kucaklıyorum devranı ve
müşfik yol arkadaşlarımı.
Nasıl bir hikmetse
adlandıramadığım ve nasıl bir hezeyan ise yüreği ise boğan…
Çapulcu imgeler bile
isyanda hele ki o rahvan dokunuşu iken mukadderat tarafınca yönlendirildiğimiz
ve hangi çaputsa bir örnek istilası o münafık çırpınışlardan bir adım öteye
gitmeye mecalin olmadığı.
Zaman ıssızlığın,
gömülü olduğu hele ki tüm pervasız düş/üş/lerin tekerinde takılı en bilinmedik
sağdıcı kaderin.
Peyder pey tüketmekten
ziyade tüketilmeye muktedir ve anlık bir hezeyan yine gömülü kalmak kadar da
akla zarar: Ne toprağın altında ne de bulutların pürü pak zemininde.
Ayaklarım yere basmasa
da ayaklarımın altından kaydığına vakıf olduğum kırmızı bir halı belki de düş
bekçisi ahir zaman yolcularına bire bir hitap ettiğim yine de adlandıramadığım
belki de anlamlandırılamadığım geçici bir geçit tüm istikrarsızlığımı
yüklenmişken.
Sayısını ve adını
bilmediğim yeri geldi mi kendime yabancı olduğum ve her nasılsa soluk bir
izlekte biriktirdiğim zerrecikler hele ki o hegemonyasını yok sayamadığım ama
her nasılsa boyunduruğuna girmekle yükümlü olduğum…
Sızıntı bir hezeyandan
geriye kalan o dolduruşu belli ki harekete geçirdi tanımsız sıfatların peyda
olduğu bir mecrada yine adsız sansız kim varsa bir o kadar muktedir zamana ve mekâna.
Çok oldu geçmeyeli o
çıkmaz sokaktan yine de adını her andığımda belli belirsiz bir sızıdan öteye
geçmiyor hissettiklerim. Zemin uygun olsa da illa ki bir terslikle kesişiyor
yolum. Bir çıkarım yapmaktan ziyade ellerimle resmettiğim bir kare içinde
buluştuğumuz ve bir ucunda titrek bir yürek diğer ucu ise çoktan kopmuş.
İsi mi yoğun, varlığı
mı kayıp?
Varlık addedilen bir
gövde gösterisinden ziyade hiçlikle imtihan edildiğimiz.
Haznesinden taşan değil
de dolmaya bile muktedir değilken…
Ve işte gelmiş bulunduk
yolun sonuna üstelik herkes birbirini zan altında bırakırken hele ki kaçak
göçek yaşayan bir vicdandan arda kalan o tortuyu da dahil ettik mi…
Devingen bir mizaçtan
arda kalan onca muğlâk öngörü ya da aidiyet duygusunu yitiren kim varsa ortak
paydada buluştuğum.
Sakıncalarını görmezden
gelemediğimiz ne varsa ama bize dair olmayan sadece sayısız serzenişle
paylarken içimizde ukde kalan ne ise ve çalamadığımız ömürden ama her nasılsa çalarken
birbirimizden.
Kovuşturduğumuz
mahremiyetin yansıttığı insan izlekleri ve peşine düşmekle taşkınlığa muktedir
o hezeyan yüklü insan suretleri.
Bir yakadan diğerine
seğirtmek asla kolay olmasa da bir laftan diğerine çivileme atlayan söz
malikleri ve her nasılsa erdem addedilen ama asılsız bir rota iken tayin edilen
ve solungaçları kayıp bir canlıdan arda kalan o zerreler…
Muktedir olunan ne ise
hem de gücümüzün yettiğinden öte zorlarken açılmayan kapıları üstelik kilitli
olmasına dahi aldırmazken ihlal ettiğimiz gölgelerle olan münasebetimiz.
Sükûtun ikrardan
gelmesi mi aslolan yoksa cevabımızı muhatap almayanlar mı?
Sessiz çığlıkları
bastıran yine içimizdeki isyanın bastırılamadığı.
Gönülsüz bir sevda iken
içine düştüğümüz ateş ve bizler gönüllü neferleri iken bilinmezin indinde ve
rahvan dokunuşu ile kaderin yoldan çıkmakla suçlandığımız.
Hangi menkıbede pür
telaş imliyoruz ki söyleyemediklerimizi ya da hangi sayfayı muktedir kılıyoruz
bize dair söylencelerle donatırken tüm pervasızlığımızla?
Hiçbir cevaba denk
düşmeyen onca soru ya da cevabını tahmin edip sormaya cesaret edemediğimiz
belki de gerek dahi görmezken ne de olsa muhatabımız kuru bir daldan fazla
hiçbir şey değil.
Odaklandığımız bir
dokunuş mademki muktedir insanlığın somut göstergesi iken birincil vazifemiz
kimi hangi sıfatla zan altında bırakmakla ne gibi bir suça iştirak olduğumuzu
biliyor muyuz?
Hiçliğin hıçkırığı mı
gözyaşlarıma karışan varlığımın yersiz serzenişi mi aidiyet duygumun yıkıma
uğradığı?
Gönülsüz hiçbir sorum
yok, desem abartmış olurum hem de fazlasıyla zira son birkaç senedir cevabı
olmayan sorularla kesişmekte yolum ve ne çok insan tanımadığım ama beni
tanıdıklarına vakıf olduğum ve ne yazık ki hiçbir mantıklı açılımı yok bu soru
öbeğinin. Yine de… Evet, yine de koyduğum küçük bir esle teğet geçmek
durumundayım bu kamuflajı. Nereden nereye sanırım neyim demek değil önem arz
eden bilakis ne olacağım mantığını güdüp hayatın gerçeklerine ve tüm
çarpıklığına eşsiz bir derinlik taşımak.
Mutlandığım ya da
umutlandığım…
Bilmediğim ve asla da
öğrenmeye yeltenmediğim.
Sormadığım ama
soruşturulduğum ve kucağımda kundakladığım anlamsızlık yüklü kocamam bir kütle.
Sarkacın gösterdiğinden
ziyade konuşlandığım hangi siperse tüm anlamsızlığımı bertaraf ettiğim ve her
halükarda bir anlama denk düşmediğim. Karışık olduğunun farkındayım lakin kafam
inanılmaz dalgın ve neye muktedir olduğumdan ziyade neye yetemediğim aslında
söz konusu olan. Gerçek manada yetemediğim çok şey var ve bakıp da göremediğim
ya da göründüğümden ziyade ne görmek istedikleri ne de olsa her kafada farklı
bir şablon ve elimde kocaman bir t-cetveli ve her nasılsa dengeyi koruyamadığım
belki de dengeye oturtamadığım ve her nasılsa dengemi yitirip dengimi
bulamazken…
Zorlamaktan ziyade
zorlanmak kısaca zora koşulmakla eş değer hayatın sarkıtlarında sahip olduğumuz
bir o kadar eksilti yüklü bir çembere dâhil olup kendi etrafımızda çizdiğimiz o
kocaman daire.
Çatık kaşları
yeryüzünün ve nasıl bir inme ise elden ayaktan düşen faninin savrulduğu yine de
mimlenmiş bir tahakküme yükleyip de gerisin geri kaçarken ve çatlarken sabır
taşı.
Asılsız bir izleğe
sığdırmaksa marifet tüm o duraksız kıtalarda göz süzen başıbozuk kafiyeler yine
de ısrarla beklediğim gün dönümü.
Gecenin karasında
kaybolurken hüzün ve sırılsıklam bir ikrara yenik düşen insanoğlu. Nasıl bir
külfetse artık rahmeti öteleyen, hele ki dokunaklı bir gölge iken sükût
belleyip de sığındığım çapakları gönlün ve her halükarda yollara düştüğüm
üstelik girizgâhında korunaklı imgelerin salkım saçak benliğin gözden düşen
sevgisi. Hanidir asılı, hanidir yoksun hanidir tüme varan bir kaygı kadar
meylettiğim bir huzur iken evrenin bellediği…
Telaşlı bir aşk,
esrikli aklım ve gönülsüz bir hutbe iken sığdırdıkları bela yüklü vazgeçişleri
hanidir varlığım en şiddetli yankısı, geri dönümsüz bir çığlık kadar minnacık
bir tezahür iken ölgün ruhumun.
Devriye gezen duygular
belli belirsiz gecenin koynunda bazense saklı tuttuğum gözyaşımı savurgan bir
imgeye sığdırıp medet umduğum nankör insanoğlu.
Dünü sıvıştırdım
sıvıştıralı yine de aykırı bir rota iken çoktan kayıp bir tümleç kadar asılsız
olsa da yine de yeniden, deme cesaretiyle, bilumum ötelendiğim rütbesi yırtık
bir var oluş sancısı iken geride kalan o kekremsi tat... Tortusu yüreğin,
hududu mahremiyetin, türevi verdiğim kayıpların ve belki de naif bir tecelli
kadar sızan bir tesellide vuku bulan umut kırıntılarım.
Muaf tutuyorum yine de;
öncelikle aşkı hatta o garip ve kırılgan reddedişlere yenik düşen
farkındalığımda yolumun kesiştiği bir ihanete rast gelmenin de ötesinde, kıyama
durduğum her satır başı.
Zamanın aykırılığında
ve mekânın göreceliğinde, yitip gitmelere sığdıramazken duyduğum hasreti ve
vazgeçmediğim umut telaşesi.
Gönlümden ırak tüm
varsayımlarda vücut bulmaksa en anlamsız mecburiyet, devrik yetilerime sığınıp,
ses etmeden gölgeleri de arkama alıp gitmekteyim bir gece yarısı. Ruhum bir
kıyımın gölgelediği münafık bir düş bekçisi çoğunun nazarında ve gaflete düşüp,
yiten dünlere geçirdiğim kılıfla beklemedeyim. Düşerse yolun bil ki kapım
ardına kadar açık ve hibeli bir yok oluşun nezaretinde sadece diliyorum varsın
kaybolayım şu ömür güncesinde. Hani olur da rahmet yüklü bir menkıbeye rast
gelir de teğet geçerim ölümü.
Sakıncalarını ihlal
etsem de, asla bahsi geçmeyen kapalı bir imge olmayı ne çok isterdim ve nasıl
da yürekten dilerdim, görünmezliğin hicvini yürekle eşleştirirken.
Halkası kayıp mademki
dahi edildiğim şu döngü iken söz konusu olan, bu mudur suç teşkil eden hele ki
sıra dışı bir varlıkmışçasına hibe edilen mahremiyetin gönülsüz bir
mağlubiyetle ekseninden mütemadiyen kaydığı.
Sevi dilini en
korunaklı hazine olarak yığdığım yüreğin, kim bilir hangi çeperine denk
düşmekte kayıtsızlığım yine de revnak bir sancı şu var oluş sancım. Hükmeden
Yaratıcının tecellisi iken her birimizin vakıf olduğu, neyin derdidir iştigal
ettikleri de rütbelerini sökme gayreti içerisinde en yüksek makama yerleşme
telaşı içerisinde hak görmekteler kibirli öngörülerine sığdıramadıkları nefret
iken, kayboldukları isin yüzlerine gözlerine bulaşan karasında bir nebze de
olsa alamazken paylarını insanca yaşamanın hoş görüsü iken aslolan.
Devrik cümlelerde
kaybolmuşluğumdan olsa gerek bunca sakıncayı bertaraf edip de şu sayfayı
sığınak bellediğim ve akabinde gönül otağımda konuk ettiğim hakikatli dostlarım
bir nebze de olsa acımın dalgasına yenik düşmeden ulu orta bağırırken aşkı
belki de sefaleti hatta isimsiz bir şarkıya şerh düşüp işkillendiğim bir
gölgede kaybolmuşluğuma rest çeken en asil imgem iken kullanmak adına haz
ettiğim.
Sancılı bir ikilem şu
iklimsiz sırdaşım.
Sakıncalı bir hidayet
belki de çektiğim acıların nezdinde yoldan çıkmışlığı insanoğlunun ve her
nasılsa en asil öngörüye sığınıp, vazife belledikleri bir gıybetin dokunaklı
tınısında vücut bulan isyanları Hakkın haz etmediği…
Bir mağlubiyetin
uzaktan kulağa çalınan yankısı mı yoksa rahmet bellediğimin bir hezimet olarak
kabullenişi belki de addedilen nirengi noktası bir o kadar hicap edilesi ve
gelip gelinecek son nokta hele ki en rahvan kıstırılmışlıkta makamsız bir
öngörüde verilen kayıpları görmezden gelip hürmet bilinen bir acının en saf
tınısı. Gönülden ettiğim bir dua iken dur durak bilmeden uymuşken evrenin
ritmine, hâsıl olan ne gibi bir çekince olabilir ki göğüs germeyeceğim… Ne de
olsa sanrıdan ibaretiz her birimiz gök kubbenin nezdinde ve istiflediğimiz ne
varsa yine bir bir çıkacak karşımıza, vademizin bitiminde rast geleceğimiz kara
melek iken gonka vuracak olan ve yitip gitmelerin tecellisinde son kez teselli
olacak pişmanlıklarımız her ne kadar geç kalmışlığımızın cezası iken bir
sonraki durakta vuku bulacak olan ve gölgeli bir aşkı niyaz eyleyip beşeri
zafiyetlerimize gem vuramamanın sona gelmişliğimize faydası olmayacağını geç
öğrenecek olsak da.
Kılı değil kırık elli
yarsam da çıkamıyorum işin içinden. Alıp veremediğim yine de mükellef
kılındığım bir öngörüde sabit bir katsayı ile yerden yere vururken nail olup da
yetinmediklerini bir türlü dillendiremedikleri fakat her nasılsa efkârı bile
yüz görümü şu hidayet yüklü gönlümün.