Hikaye / Yaşamdan Hikayeler

Eklenme Tarihi : 10.02.2017
Okunma Sayısı : 1733
Yorum Sayısı : 7
Günün Yazısı

Bu Yazı 11.02.2017 tarihinde
GÜNÜN YAZISI
olarak seçilmiştir.


İçimde ki bir başka yarada askere gidişimdir. Yıl 1982 Temmuz ayının yedisi olmasına rağmen 
İzmit'de sel gibi bir sağanak yağmur var. Annem ve kardeşlerim beni uğurlama sevdasındalar. 
Ancak bu havada çıkmalarına gönlüm razı olmadı. Bütün ısrarlarına rağmen yalnız gideceğim 
diye direttim. Çaresiz kabul ettiler. O zamanlar başka şehirlere giden otobüsler Kocaeli 
garajına uğramaz biletli yolcularını yoldan alırlardı. O yağmur altında bir saatten fazla 
otobüsün gelişini bekledim. Saat yirmi bire doğru nihayet Sivas otobüsü geldi ve sırılsıklam
ıslak vaziyette bindim. Tabi ki o an sucuk gibi ıslanmak hiç umrum da değildi. İçimi bir hüzün
kaplamıştı. Kim bilir Asker ocağında beni neler bekliyordu.

Yıllar sonra oğlumu bir şubat günü askere uğurlarken bu olayı hatırlayarak sadece yolcu
etmekle kalmayıp bir arkadaşımla birlikte birliğine kadar teslim ettim, onu uğurladıktan
sonra ardından bir şiir yazdım. 


Gün şubata erince oğlum asker olacak
Şu baba yüreğime niyaz dolacak yine
Bütün askerler gibi adı Mehmet olacak
Kışla vakti gelince ayaz vuracak yine

Kar beyaz kan kırmızı bu şanlı bayrak için
Karışıp alla beyaz bu şanlı bayrak için
Yüreklerde hep dua bu şanlı bayrak için
Kışla vakti gelince beyaz vuracak yine


Diye başlayan oldukça uzun bir şiirdi. O zor şartlarda Sivas'da kaldığım sürede annem ve
kardeşim ile büyük ablamın eşi ayrı ayrı zamanlarda birer defa beni ziyarete geldiler. Bense
oğlumu Burdur'da ve Ankara'da hemen hemen her ay ziyaret ettim. Tabi ki benim şartlarım 
annemlere göre oğlumun döneminde çok daha iyiydi. Böyle bir kıyaslamaya girmemin nedeni 
bu günkü gençliğin bizlere göre çok daha şanslı olduğunu ifade etmek içindir.

Sivas 48.Piyade Alayı Çavuş Tâlimgah Taburunda çok zorlu günler geçti. Temmuz sıcağında 
gündüz yapılan ağır eğitimlerde tabanlarımız şişmişti. Geceleri ise tam tersine nöbetlerde dondurucu
bir ayaz olurdu. Takımda ben birinci Mangadaydım. Sanıyorum henüz daha birinci haftadaydı bir
ara eğitime verilen mola sırasında beşinci mangadan bir erin dikkatle bana doğru baktığını gördüm.
Halen üzerimde bir tedirginlik olduğu için ürkek bir şekilde gözlerimi kaçırdım. O kıyafetler 
içinde hepimiz bir birimize benziyorduk. Nasıl olup da beni tanımıştı ve kimdi? 

Asker biraz sonra oturduğu duvarın üzerinden kalkarak yanıma geldi, omzuma dokundu. Yüz yüze
geldiğimizde ise hemen kucaklaştık. Bu asker Eskişehir'den okul arkadaşım Zabit'di.

Biraz olsun konuşmamıza fırsat kalmadan, eğitim çavuşlarının düdükleri ile tekrar eğitim alanına
koştuk. Öğle yemeği saatinde aynı masaya oturduk. Ancak yemekte konuşmamız yasak olduğu için
arada fısıltıyla konuştuk. Akşam saatinde ise bir araya geldik. Zabit Malatya'nın bir köyündendi
O da benim gibi okuldan atılmış. Babası hemen evlendirmiş, bir de oğlu olmuş. Şimdiden özledim
oğlumu beni çok zor günler bekliyor dedi. Yüzüne baktım gözleri dolmuştu. Ağla dedim, ağla Zabit 
yoksa içine çöker dert ve zor tamamlarsın askerliği.

Ondan sonraki günlerde özellikle hafta sonları eğitim olmadığı zamanlar, hep birlikte olmaya
çalışıyorduk. Aynı takımda olmamız bir avantajdı. Ancak aynı mangada olmadığımız için zaman
zaman bir arada olmamız zor oluyordu. İkimizde hep bir araya gelmenin fırsatını kolluyorduk.
Zabit'le sürekli eski günlerden konuşup bazen hüzünleniyor, bazen gülüyorduk. Okul döneminde
bir hemşehrisi ile birlikte aynı evi paylaşıyordu. Bir gün evlerinde polis arama yapmış, 
arkadaşına ait ruhsatsız bir silah bulunmuştu. Arkadaşı daha önce bir olaydan dolayı mahkemelik
olmuş, cezası tecil edilmişti. Bu nedenle bir fedakarlık yaparak silahı üstlenmişti, bu olayı
hatırlatınca gözleri doldu. 

O yıl 22 Temmuz gününe denk gelen şeker bayramında henüz bir kaç haftalık askerdik. 
Buna rağmen bir çok arkadaşımız çarşı iznine çıkmıştık. Biz ise Zabitle bölükte kalmıştık. 
Sabahın ilk saatlerinde Zabit oğlundan bahsederek hüngür hüngür ağladı. Onu teselli etmeye 
çalıştım, önce pek başarılı olduğum söylenemez. Sonra okuldan bir iki anı anlatınca biraz açıldı.

Bayram gecesi bir er nöbette uyurken yakalanmış, ertesi gün bütün bölük cezalıydı. Hiç kimse
çarşı iznine gönderilmedi. Üstelik saatlerce çök, kalk, sürün komutlarıyla yerlerde yuvarlandık.
Ardından sıkı bir eğitim ile akşam saatlerinde hepimiz perişan durumdaydık. Bir ara Zabitin
yanına gittim, katıla katıla gülüyordu. Hayırdır Zabit ne oldu dedim, "Ne olsun Fikret kardeş
öğle yordular ki bizi, özlem, acı, hiç bir şey kalmadı, baksana gülüyorum bile" Dedi.

Bayramdan bir kaç gün sonra, Zabit'i takımda göremedim. İlk önce acaba hasta mı diye düşündüm,
ancak ikinci, üçüncü günlerde yine göremeyince, dayanamayıp arkadaşlarına sordum. 

Sakıncalı Piyade'm sürgün yemişti. Bayram ertesi gelen bir yazıyla Zabit'i sakıncalı olduğu
için sürgüne göndermişler. Bir taraftan onun için üzülürken, bir taratan da içime bir ateş düştü,
acaba sıra bana mı geliyordu?

Yetmiş yedinci bölümün sonu
Mehmet Fikret ÜNALAN

( Bin Dokuz Yüz Seksene Doğru (Yetmiş Yedinci Bölüm) başlıklı yazı MehmetFikret tarafından 10.02.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.