Bayat bir şiir kadar tatsızım hele ki demi kaybolmuş bir çayın derinlerinde yüzüyorsa insan.

 

Şekerlerimi kıtlama yaparken, bol söylemli bir alt yazı geçti. Sözüm ona şeker zehirmiş demek ki ölmeye az kaldı. Aslında çoktan öldük her birimiz.

 

Üçten ikiye indim şekeri kırıp kırıp ortasından ve buçuklu bir şiir yazmak istiyorum ne de olsa tümlenen hiçbir hicabım yok.

 

Şimdi karşıya geçeceğim ve diğer karşıya sanırım İstanbul’u yaşamak istiyor canım ve karşılıksız sevdiğim karşı yakalarını şehrin bir broşla iliştirmek boynuma…

 

Uzun boylu sevmek nedir, ne iyi bilirim ve uzun uzadıya nutuklar atmaktansa uzun boylu şiirler yazmak ve yaslamak başımı diz/e/lerinde uyumak kadar da hoşnutluğun simgesi gerçi boynum tutuluyor yazarken ve yaslanırken: olsun!

 

Şehirde şiirlere rast geliyorum, şiirde de şehirlere: aslında olup biten; tek şehir ve tek şiir ve aslında benim tek olmayan.

 

Burcuma hicap yüklerken neden üçüzler burcu yok, demenin manasını çözmeye çalışıyorum demek ki şizofrenik bir burç tamlaması:

 

Önce ikiye vardığım sonra da üçü eşelediğim bir kimlik bölünmesi.

 

Sırıtabilirsin dostum hatta alaylarını yüklenir de boca edersin az sonra yazacağım şiirin altına ve ben en etkili yorum seçerim senin istiflediğini istimlâk edecek bir sonraki şiirimde ben dördüzler burcunun açılımını yapacak iken.

 

Soytarı bir kelamdan nasiplenmek ne güzel ve dizlerimin bağı çözülürken ağ tanımlamasında bir balığı daha oltaya düşürmek ve yüzen düşüm bin parça az sonra denize atlayıp uzaklaşacağım Ankara şehrinden hele ki görmediğim bir şehirde yüzmek nasıl oluyor, diyenlere de can simidi atarken sözüm ona ve derinlere düşen alyansını ararken şair ve kadın.

 

Dertsiz söylemin biri bin para belki de metazori bir güdümleme güne dert eklemek ya da derde gün ve günbegün sivrildiğim kuytularında sıra dışı bir öykünün figüranı olmak yine katık yaptığım hüzün kadar da sırnaşık bir duyguyu pelesenk etmekten de çekinmediğim.

 

Okuduğum bir martavalın belki de sahiplenme güdüsüyle üstünü örterken bilinmezin ve kanat çırpan bir kuşa özendiğim kadar da var hani hele ki tek kanadın açılımı ölümü çağrıştırırken.

 

Gölgesinden korkan bir kabadayı belki de kara gecenin lanetine boca ettiği isyan ve naraları ile mahalle halkını uykusundan eden demek ki uykusuzluk bulaşıcı yoksa nasıl yazardım şu beyhude satırları ve şükrettiğim sessizliğe ses sığdıran bir duvar yazısı kadar da abartılı ve bol bol imla hatalarına rast geldiğim.

 

Kırsam mı kalemi, demek maharet olmasa gerek sonra gidip gidip geliyorum: kâh bir satırda uyuya kaldığım kâh uykuyu satırlara serpiştirdiğim belli ki az sonra sökecek şafağa bir ön hazırlık yine kuru sıkı tabancama imgeler doldurup beynimden vurulduğum bir imla kılavuzu ben artık hangi nedenle ölçüp biçtiğimi hayatı bilemezken. Belki de dar açılı cümleleri yok sayıp bol acılı bir şiir söylediğim yine gecenin ferini söndüren bir yoksunluk kadar da arayışın dibine vurmuşken.

 

Ön sözünü sahiplenmek istiyorum aslında hiç yaşanmamış bir ömrü bir saniye içerisinde telaffuz etmek yine kara kalemle resmettiğim sarı güneş ama dedim ya: siyahın dışında tek renk yok. İyi de nasıl dile gelecek güneşin sarısı, göğün mavisi? En iyisi alt yazı geçmek resme belki de bir ses kaydı ekleyip ömrü de renkleri de teşhir etmek yine yalnızlığı boykot ederken giriştiğim o güzergâhta nokta atışı yapıp bir nokta arayışımın da sonlanmadığı.

 

Su içtiğim sebilden yansıyan sefil bir kimlik kiminin haz ettiği kimin görmezden gelip inkâra yöneldiği aslında kimlik kaygımdan çıkıp da yola kirli bir havluya elimi silmekten çekindiğim. Sıra dışı eylemlerinde insanoğlunun belki de bir kımıltı yine içim içimi yerken yanına söylediğim o şekerli kahve.

 

Şehir sıtmaya tutuldu tutulalı bir üşümedir ki sormayın gitsin. Kişi başına iki buçuk doktor ve çeyrek aile hekimin düştüğünü de göz önüne alırsak ve günde iki tüp kan verip içimizdeki vampiri aç bırakırken, çok da zor olmasa gerek iyileşmek. Fena mı işte! Önce içimiz boşalıyor sonra damarımızdaki kanı akıtıyoruz yine göz göre göre yaşamak zor geliyor kimine. Hâşâ, Tanrım! Boyutsuzluğumun ışığında bir nebze de olsa izin ver ne olur içimdeki teyelli korkularımı ve endişelerimi yok saydığım kadar da yok sayıldığım bir minvalde affet günahlarımı.

 

Satırların yarası kapanmadan kapamalıyım gözlerimi. Kapatıp açtığım musluğu da tamir ettirmeliyim yoksa evi de evreni de su basacak yoksa alt yazı geçen o felaket benden gelen mi? Sen musluğu açık unut sonra da yüzme dersi almadan ıskartaya çıksın yüzücü mayom.

 

Görkemli bir son ısmarladım bu gün Tanrı’ya: ya varacak ya varacak adresime. Demem o ki; para transferi yaptığım banka beni kara listeye almış. Demek ki; girdiğim yanlış şifre olacak sonumun başlangıcı oysaki hayatın şifresi idi hem çözdüğüm hem çözüldüğüm ama çözemedikleri iç sesim ki hala depreşen bir mevsimden alacaklıyım gerçi mevsimlerden mevsim beğenir iken son zamanlarda hele ki kışın sıcağı bile ayyuka çıkmışken… ve sonunda kar atıştırmaya başladı. Rahatça uyuyabilirim… demekten imtina ediyorum. Ya sokakta kalan onca insan ve hayvan?

 

Mutluluk ne kadar da göreceli.

 

Hem düş kur sonra da düş düş’ün basamaklarından. El vermem gereken insanlardan yana derdim ve dün yolun ortasında düşüp ölmekten son anda kurtulan yüzü gözü kir pas içindeki esmer çocuk da gözlerimin önünden gitmiyor.

 

Sarışın doğduğum güne lanet olsun!

 

 

 


( Kıtlama... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 2.03.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.