Ufalandığımı
hissediyorum.
Ufaldığımı…
Afalladığım da su
götürmez bir gerçek.
Biraz kırıntı mı
serpsem ne sonra da boylu boyunca uzanırım pencerenin pervazına.
Aklımı değirmende
öğüttüğüm gerçeği ile iştigal, merdivenlerine tırmanırım gökyüzünün. Elbette ki
o gök kubbede bir bekleyenim vardır…
Ya Tanrı.
Ya Kara Melek.
Efkârımı damıttığım
hulasası ömrün, kuytuları huzur bildiğim, bir dostu yastık yüreği de böldüğüm
kadar büyüttüğüm.
Derinlerin sızısında,
aklı başında bir kızım oysa. Afra tafrası kesat bir iklimde ucube gölgelerin
oynaştığı bir dibi bir yükseklik gördüğüm.
Derinlerin mealinde
aklım. Kayıtların her birini tek tek elden geçiriyorum.
Bayat bir cümlenin
patavatsızlığına denk düşmeden, gölgesi olmayan bir izlek olmayı
başarabildiğimin de kanıtı içine düştüğüm değil de içime düşen şüphe.
Yokluğumu inkâr
edebilirim ama erteleyemem asla. Çapaladığım hüznü pek bir sevdim mi ne sonra
da hıçkırık yüklü şeceresinde insan ırkının soldan sağa sayıyorum ve tekleyen
iç sesime ikazım:
‘’Çok sevme,
çarpılırsın.’’
Boyutların hengâmesi,
mahmuzladığım gönül kuşları.
Ayaklarımı yerden kesen
sevgi şebekesi. Nasıl da umarsızım hele ki söz konusu sevmek ise ama her
anlamıyla sevmek… bazen aşkın çıtasını inanılmaz yükseltip bunca sevgiyi yere
göğe sığdıramazken kendine çelme takma derecesine kadar ağır bir hava soluyup,
sevgisizlikleri ile çürütmeye çalıştıkları benliğim ve ön sözüm.
Muhafaza ettiğim
kadarım ya da nadasa aldığım göğün kıvrımlarına takılı aklımın ve seyrine
doymayan aşk yüklü fısıltıların bağcıklarını çözmeden bir bir rayına oturtmak
insanlığı.
Deli miyim ne, demek az
bile gelir. Deliyim hem de en delisi.
Bazen takılı aklımın
kelamına hürmeten sadece sus payı verdiğim koca bir ömrü çarmıha gerip bu sefer
yazarak sustuğum. Nasıl da içi boş bir balon!
Öyle ya; bir şekilde
konuşuyorum: hırpani kelimeleri boykot ediyorum önce:
‘’Sen!’’ diyorum ve
uyarıyorum her birini:
‘’Asla tekerrür etme.
Yalın ol. Yol bil her cümleyi ve oturt her birine hissettiğin ne ise ve
sevdiklerini kırmadan, zarar vermeden sev.’’
Akla zarar!
Akla zararım.
Boyutları deneme
yanılma yöntemiyle içimin denklemine uyarlıyorum.
Muhafaza ettiğim kelamı
ve huzuru tasnifliyorum aklım sıra.
Oysaki… oysaki kıran
kırana insanlık.
Sıradan olmadığımın
göstergesi içimdeki şevk.
İhtiras kökenli hiçbir
duyguyu barındırmıyorum lakin bazen haris kimliklerin çekincelerine rastlayıp
kendimce şüpheye düşüyorum: yine kendimden.
Atılda hangi duygumsa
üstelik metazori bir farkındalık da değil bilakis doğaçlama yaşadığım kadar
doğaçlama kıyama durduğum.
Zaman aşımına uğrayan
kelimeleri atıyorum sözlükten. Kendi sözlüğüm ve öz bilincimle ve özümü
korumakla iştigal artık hangi özne olduğumdan da bihaber, istiflediğimi iri
balyalara sunuyorum diğer deyişle kümeliyorum.
Ardışık duygularım var
yalıtıldığım kadar da yakındığım.
Kayıp makamları var
içimin ebabil kuşlarının kanatlarına dokunan: sonra da dokunaklı peşrevinde
ömrün ölümü ağırlamak adına çekincelerimi de katıp, adeta ötelediğim bazense
ötelendiğim ama ölümsüz olmayı dileyip de ölümü yeğlediğim zaman zaman.
Çıkımda aşk var ezelden
ama âşık değilim.
Yanları var
cümlelerimin ve sağa, sola açılan kapılar ama asla o kapıları kullanmadan
düşünce gücümle girdiğim tali yollar var ve eksenimde büyümeyi reddeden lakayt
huylarım var:
Kimi zaman içime
gömüldüğüm.
Kimi zaman sevmekten
utandığım.
Kimi zaman kendimi
hicvettiğim.
Aslında hacmime
sığamadığım.
Aslında düzene aykırı
görüldüğüm.
Aslında gereğinden
fazla konuşup bir o kadar sevmede limit aşımına gidip sevgimle rahatsız
ettiklerim var.
Çekincelerimi
yükleniyorum kimi zaman ve çemkiren söylemlerde buluyorum kendimi aslında
kendimce sevip kendimi eleştiriyorum sonra da muzip bir tını peyda oluyor
içimin akranı bir şiire düşüp de yolum, bayat bir duyguyu körelen zihnime
peşkeş çekip ansızın lav ediyorum içimin mamalarında biriken sızıntıdan nasıl
nasıl da muzdarip olduğumun bilincinde ve hayıflanırken yine görücü usulü bir
şiiri derleyip kırk yıllık hatırı olan bir acı kahve eşliğindeymişçesine buyur
ediyorum aslında boyunduruğunda olduğum bu sevgi selinde boğulmayı arz ettiğim.
Garip bir nüansı var
bazen edaların sürüklediği… bazen aşkın aforoz ettiği… bazen kıyama durduğum…
bazen rafine ettiğim iç sesimi dış seslerle muhatap tutup yine içimin
dirliğine, birliğine dair bazense hezeyan odaklı bir ömrü sevgiyle ölçüp yine
kendime olan kızgınlığımı boykot ettiğim aklım sıra ama varsa yoksa içimin
muadili sayısız duygu frekansı sonra da kalemle yüzleştiğim aslında kendimden
uzaklaşmak adına dış seslerin gücüne vakıf ama canım daha da çok yanarken,
yakardığım İlahi Güce aslında kendimi şikayet ettiğim garip bir ben diliyle.
Hangi ölçüt mü?
Ya da hangi ölçek?
Belki de ölümüne
duyumsayıp bunca hassasiyeti sindirememenin verdiği teyakkuzla ölümün hicvine
yenik düştüğüm hani olur da kendime duyduğum öfkeyi ancak ölümüm bastırabilir,
demenin de bir ön görüsü.
Akla zarar olsa da en
azından büyük ölçekli bir yangının içe dönük maruzatı belki de en makulünü
ayrıştırıp ayrımcılıkla suçlanan dünyayı ters yüz ettiğim…