1
Bildiklerimle idare ediyorum madem…
hayır, hayır, ben bu olamam lakin depoladıklarımdan fazlasını harcıyorum gün
boyu. Biteviye kurcalanan ama kurgulamaya imkân bulamadığım…
Satır boyu yalnızlığım uzadıkça
uzuyor derlediğim hangi hayal ise gerçeğe dönüşmesini umduğum gel gör ki;
müdahale edemediğim boyutsuzluğun rakımına asla denk düşemediğim.
Kirli ellerini gecenin güne
devrediyorum sabahın ilk saatlerinde ve tüm temizlik ritüeli ile bir şekilde
geceyi arındırıyorum kirinden yine de kininden ayrı düşmeyen insanoğluna
erişemiyorum belki bir ön görü belki düş gücü belki de sevmenin aymazlığında,
kuru başıma bir tebessümden dahi mahrum bırakıldığım…
Canımı yaksalar da hele ki sevgide
engel ve sınır tanımazken ve içimden geçen: ‘’Canın sağ olsun.’’
Kim olursa olsun hatta bir yabancının
yanlış tutumuna bile dokunmadan usulca kayıyorum görünmezlik alanına.
Sayılarla iştigal ettiğim: kâh yaşım,
kâh akıttığım gözyaşım, kâh andıklarım ve asla ulaşmayacağımı bildiğim sayısız
insan hatta gönül bağım olan hayvanlar ellerimle doyurduğum ve su içirdiğim…
Görüntü itibari ile çentik atıyorum
çirkin addedilen ne ise belki güzellik kadar güzel huya fazla paye verilmezken
yine de göreceli bunca mefhumu gömüyorum bir kuytuya ve huyu güzel insanlara
dokunuyorum uzaktan belki de hayal gücüme yenik düşüp tahayyül ettiklerim yine
de erişmediğim benlikleri ve bellekleri ne de olsa ben de bir resimim çoğu
insanın gözünde.
Sevmekten öte yol, demenin gücü değil
mi hayatı duyumsatan ve haz almamıza vesile?
Sevgiden yana derdi olanlara ise yok
tek sözüm. Gelen giden de yok iken ya da gelip gitmelerin ihtiva ettiğine de
akıl sır ermez iken.
Iskaladığım çokça gaye çokça tabir
mutluluk başlığı altında belki’lerimi gömüp emin olduklarıma bakıyorum bu sefer
geri çekiyorum kendimi zira muğlâk olan çok şey ve çok sayıda insanla başa
çıkmam asla söz konusu değil.
Karelere denk düşenler sonra üçgen
babında açılarını acıları ile eşleştiren: en çok benim gibi dik aç(c)ılı
düzlemler sonram değil de öncemde dik kavisler ve an’ıma denk düşen o yarıçap
adımlayıp çapından düşenlerden uzak durduğum ve duracağım belki de sözümde
durmayıp neyle iştigal edenlere söz konusu bir cevabım da yok iken.
İçimin karesine bölüyorum eşkâlimi
sonramı bölüyorum dünümle ve çarpıp hiçliğimle sıfıra denk düşüyor bunca izahı imkânsız
çaba ve radarımdan arda kalan üç beş izlekte göz bebeklerim büyüyor.
Şaibeli söylemler bazen sırıtan ama
en çok da ağlatan.
Kimin kimsen yok mu, demek istiyorum
içimdeki çocuğa ve başımı bağlıyorum annemin yumuşak sesiyle: evet, başımı bağlıyorum
ve denk düştüğüm surelerle bütünleşiyorum.
Bazen ayrık otu nitelendirdiğim.
Bazen izafi bir ölçüm ile
içimdekileri olmayanlarla eşleştirdiğim ve hep yanılgı; hep yenilgi; hep yengi…
Tutarsız cümleler boy veriyor hangi
iklimden geldiği belli olmayan. Şekli şemaili olmayan hükümlerle iz sürüyorum:
içimi bozmadan ama içimi de acı bir tat bırakan geride belki limonata tadında
bir hava özlemi ile baharı çağırıyorum içimin karasına. Karambola giden
ölçeklerde ben izafi resimler konduruyorum boşluğa yine bir boşluğuma denk
düşüp içimden ansızın yükselecek o çığlığı ört bas ettiğim…
Neyle mi şereflendiriliyorum?
Neyle mi suçlanıyorum?
Kimliğimde sayılar cirit açıyor hani
nerede ise parmaklarımı keseceğim beni ve kimliğimi okumasın da karar vermesin
diye o akıllı cihazlar.
Soyutluğuma denk düşen somut ve
somurtuk bir nükte. İçimde aryalar çığlık atıyor.
İçimde doluşan bunca enerji ile
sayısız deprem tetikleniyor.
Ne meşhur 1999 İstanbul depremi ne de
içimin ana karalarında bölünen hücrelerim ve tüm yarım adalar hala su almaya
mahkum içimin beyitlerinde ben neye tekabül ettiğimi bilmez iken…
Gidiyorum düne.
Gidiyorum 17 Ağustos gecesine seneler
evvel hatta bir asır önce…
Eşrafım, tüm mahalle toplanmışız
sokağımızdaki kilisenin geniş bahçesinde hani biri görse bizi kır düğünü
yapıyor havasındayız. Ne çok insan ama çoğu kayıp; ne çok anı ama ölümü de
çağrıştırmayan. Bunca zaman beraber yaşadığımız semt sakinleri ve konuşacak ne
çok şeyimiz birikmiş.
Geceden sabaha uzanan bir yolculuk:
ellerimizde çay fincanları ve yaşımın yasımın henüz olmadığı o acı gün gelin
görün ki; bizler farkında bile değiliz içinde bulunduğumuz durumun gerçi
yaşanan can pazarı nedeni ile evlerimizden çıkmış kendimizi açık havaya atmışız
ama…
Biraz dolaştığımı hatırlıyorum ve tam
önünden geçerken bir grup gencin, söyleniyorum:
‘’Sırası mıydı şimdi? Ne güzel çay
keyfi yapacaktım evimde.’’
Daha dün gibi bana verdikleri cevap:
‘’Biz canımızın derdindeyiz siz neler
düşünüyorsunuz.’’
Dedim ya ne yaş ne yas almışım ve
gülümsüyorum: ‘’Allah kerim.’’
Hayallerden çıkıp da yola.
Sevgiyi merkez bildik mi.
Ve umudu.
Gençlik başımda duman, demelerin
meali olsa olsa hele ki içinizdeki o yaygaracı çocuk.
Büyüdüğüm kadar gözümde
büyüttüklerim; büyüdükçe gözümde değer kaybedenler ve aynı oranda benim çoğu insanın
gözünden silindiğim lakin neden, diye sormayı tensiye edip.
Canı sağ olsun herkesin.
Canınız sağ olsun.
Allah bize bir daha da yaşatmasın
acıyı aslında acının her türünü.
Geçmiş olsun canım ülkem.