Yalnızlığın bir düş olduğuna kaniyim en çok da sessizliğin titreşiminde büyüyen o gürültü elbet kimsesizliğin sarnıcında inip çıkılan milyonlarca basamak…


Aşkın asasında saklıyım ve gözlerin neminde saklı ela düşler derken kifayetsizliğin toplanan meclisinde cümleten kırılan kalem en çok da kalesinden ayrı düşen bir süvari gibi nereden gelip nereye gittiği belli olmayan.


Yosun tutan sözcükler var işte kindar nefsin izinde.


Yalnızlığa şerh düşen yapraklar var ve asla bir dala ait olmanın keyfini sürememiş bu anlamda kurada çıkan idam kararlarıyla geçiştiriyorum ömrü ve serkeş varlığımda illa ki tanrısal bir boşluk hâsıl oluyor ve mabedimi kundaklayan kimse sadece Rabbime havale ediyorum.


Muzip bir tınısı da var hani acının ve ben acılarımla beslenip yüreğimin semirmesini büyük bir hazla seyrediyorum ve içimdeki hengâme an geliyor sessizliğe bürünüyor ve işte tüm cümlelerim ve yaşama sevincim bu garip sessizlikten fışkırıyor beyaz sayfaya ve öyle ilginçtir ki; beyazı sayfanın asla kirlenmiyor çünkü dağılan mürekkebi gözyaşlarımla pansuman yapıp ben sessizce yürüyorum Allah yolunda ve dünya denen düzenekte öğreniyorum da kabir azabının neye tekabül ettiğini öyle ki…


Ölmekten her ne kadar hicap etmesem de korkmuyor ve endişe etmiyorum ölüm meleğinin vakitsiz gelme ihtimali ile filan da asla tedirgin olmuyorum.


Aklıma güvensem de içimi hoş tutan.


Ant içsem de yaşamın güzelliğine kendime yarattığım cenneti cehenneme dönüştürenler…


Bir latife gibi gözükse de gözünüze…


Ve Yaratan ile aramdaki o huzurlu münasebet elbet içimden geçenlere vakıf ve hayatımda yaşadığım tüm saçmalıkları ve eziyeti bire bir bilen tek varlık bu anlamda yakınlarımdan bir Allah’ın kulu bile tahmin edemezken yaşadığım bu zulmü adeta çöküp yeniden doğruluyorum bazen gün bitiminde bazen hayatın sonu gelmişçesine büründüğüm o sessizlik belki de en gürültülü olan sessizliğe ses olan iç sesim.


Durağan bir ömür gibi gözükse de yaşadığım.


Yaşattığım kimse yüreğime…


Yine de hayatın tadı ve canın ne tatlı olduğu bir itiraf olarak sunulurken yarınlara ve ben günümü tehir edip dünle buluştuğum bazense günümü ansızın sonlandırıp yarına meylettiğim kadar da bir içimlik yazı ve şiirlerimde adeta umudun resmini çiziyorum bazense çok derin bir acı ve kasvet büyüsü altında hicap ettiğim tüm sıkıntılardan kurtulmanın tek yolunun da sadece O’nun himayesinde olduğu bilinci ile koşmak istiyorum Rabbimin kollarına.


Bir bilinmeze gebe iken bilindik.


Ve bildiğim her şeyin insanlar tarafından bir aldatı olarak değerlendirilmesi ve ne yazık ki uğruna bir ömrü heba ettiğim değerlerimin de zaman zaman yerin dibine batırıldığı.


Bazen adımdan tutun da adım adım yürüdüğüm.


Bazen ismi olmayan gölgeler tarafında meçhule sürüklendiğim.


Bir kumpas iken kimi zaman hayat.


Oysaki kutsak bir armağan iken Rabbimizin bahşettiği yaşam.


İki arada bir derede kalsam da zaman zaman ne zamanki acım derinleşip umutsuzluğa sürüklendiğim ve ansızın hâsıl olan bir coşku ile bu sefer yüreğime daha çok yüklenip sevdiğim, güvendiğim ve değer verdiğim nice insandan aldığım güç üstelik…


Üstelik onların ruhu bile duymazken minnetle andığım nice insan ve dualarımı onlar için de ederken ve ben onları sessizce sevip en derinde saklarken…


Sanırım sessizce sevmek insanı iyileştiren ki ne zamanki yüksek sesle telaffuz edeyim bu sevgiyi korkan ve uzaklaşan nicesi ama ne zamanki daha da yüksek bir volüm ile ansam sevgiyi ve inancım inanılmaz katlanırken ben yürürken Rabbimle buluştuğumu yürekten hissettiğim ve bir anda tüm dertleri sıkıntıları unutup maneviyatın güzellikleri ile harmanlanan sefil benliğim.


Aşkın en güzeli ve ihtişamlısı ve İlahi Ateşin giderek büyüdüğü ve tüm dünyayı tek geçtiğim ve sonsuzlukla hemhal olan minicik varlığımla hamt etmenin güzelliklerine vakıf kendimle bir uzlaşı geliştirebilmenin de bende yarattığı huzur…


Aklı evvel bir canlı olduğum aşikâr.


Aşkı en yüksek boyutta duyumsadığım da…


Ve kendimi bildim bileli sevgiyle avunduğum ve sevgiyle yeşerdiğim bu anlamda binlerce kez solsam da yeniden açan bir çiçek olmanın verdiği o hoşluk ve farklı nüans bana zaten sunuyor yaşama amacımı ve yaratılışımdaki gizemi de tetikleyen sayısız duygu ile yeşeren nice cümle beni bana sevdiren ötesinde coşkumla kucakladığım kainatın aslında içimde saklı olduğu gerçeği…


Hüzün ektiğim sağanağın temennisi gülüşlerim ve içimdeki o devasa sarkıt sanırım üşüten aklımın limanlarında depara kalkan bir dalga gibiyim.


Kimliğimle örtüşen sahici cümlelerim…


Hayallerimle uzlaşan kurgu yüklü fetvalarım.


Aşkın hacminde bir hezimet yüklenip aşkın kulvarında kimsesizliğimle kucaklaştığım ve külüstür ruhumu ve yüreğimi anbean güncellediğim ve işte teselli bulmanın farkındalığında neyse tecelli eden…


Sırp Sındığı savaşında kimse muhabereyi kazanan.


Ya da öksüz yüklemlerimle eşleşen emir kipleri.


Ezkaza yükseldiğim.


Ansızın kendimi dibinde bulduğum kuyudan çekilen su ile çıkan tepeye elbet kalbimin su kabarcıkları ve deli fişek rüzgârda üşüten elbet yine aklım sonra zihnimi dondurup alt belleğimde yaptığım boyutlar arası ve bilinç üstü bir yolculuk…


Bir kıstassa kimlik.


İrdelediğim tüm duyguların ihbarı ise yokluk.


Yoksun kılındığım kim ya da her ne ise…


Ve işte teşrif eden duygular Mehter marşıyla karşıladığım cenaze marşı ile ölüp yeniden doğmanın ne muhteşem bir duygu olduğuna vakıf olup aklımın limanlarında eşleşen ihtimaller.


Beynamaz kim varsa hükmeden mazluma.


Ve ruhumu pekiştiren bunca acı ve en azından mazlum olmanın t/adını çıkardığım kifayetsiz bir z/alim olmaktansa yalnızlığa rücu edip aşka rüku ettiğim nihayetinde körfez iklimlerinde bir şimendifer gibi yola düştüğüm.


Ruhumla eşleşen cümleler aslında kimliksiz rüzgârlardan arda kalan esintiler ve işte anbean büyüyen bir coşku…


Bazen saplanıp kaldığım o adam boyu kar yığını oysaki günlük güneşlik bir günde inzivaya çekilmiş soğuk ve rüzgârın aslında bir aldatı olduğuna vakıf olup eriyen karı kürediğim sonra evrenle kucaklaştığım…


Bir ileri bir geri.


Emsalsiz bir yolculuğun gösteri mahiyetinde sahneden t/aştığı aslında oyunu kurgulayan da oynayan ve seyreden aynı kişi iken kaderin tahayyülü ile İlahi Gücün eşliğinde içimdeki duvarları yıkıp anbean yakın kılındığım bir umut dünyası…


Ufkumda asılı kalan ne ise ve…


Melekler biteviye,’’ unut’’ diye fısıldarken kulağıma…


Elbet unuttuğum üstüne üstük unutulduğum yine de unutamadığım nice acıdan doğmayı bilen umut.


Sözcükler.


Sakin bir mizacım olsa da bazen evrim geçirip fevri kararlarımla hayatı kendime cehennem ettiğim ama öncesinde içimdeki cenneti kundaklayan zebaniler ve bir ayinmişçesine gecenin güne devri…


Gölgemsiz.


Kendimsiz.


Kimsesizim madem…


Ve işte çanlar çalarken belki de üç harfliler tepeme toplanıp da aklımın şafağı atmışken oysaki şafak henüz doğmamışken…


Ne çok dogma ön görülen.


Ne çok doktrin insanlığın adeta buyruğu bazen uyruğu genelde insanlar iken birbirine ket vuran ve ben böylesi engellemeleri yok sayıp aslında en büyük hatta tek engeli kendimin kendime koyduğu…


Tek karakterliyim ama mizacım değişken ama tekten kasıt ben çoğul varsayımlarla gerçekleri değişime sürüklerken ve o kadar çok farazi akım ve akın var ki ve işte sözcük cumhuriyetinde kendime yarattığım devasa dünyalar üstelik günümün günüme uymadığı ama illa ki kendime yenik düştüğüm bu anlamda tüm dayatmaları yok sayıp rotamdan sapmazken her halükarda varabilmek o yakaya elbet İstanbul’un yakası açılmamış o hayali ve üçüncü yakası ile de eşleşen içimdeki yaralı ve o imkânsız yaka…


 


 


( O İmkansız Yaka... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 9.11.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.