Düşlerin tarhında saklıyım:
Bazen bir muamma arşınladığım
Bazense çözüldüğüm sonra dolandığım
Ve dönendiğim kadar aşkın
Kanatlarına dokunmakla eş değer
Elbet aralıksız tüten yüreğimde
Cereyan eden bir kıyamet ki
Ölmeye bile değer…
Sevginin mizacında saklı
Her hece ve her zerre
Adeta kumaşı sevmelerin
Bazen
Akan gözlerinden
Bazen için için kaynayan
Bir hasret ki
Rengi yok işte ölümüne sevmelerin.
Bir düş’ün tortusu işte günden kalan
geriye ve sönmüş bir balon gibi uçurumun dibine sürüklendiğim belki de sökün
edecek yeni dertlerin öncesinde gardımı alıyorum ve içimdeki balonu sözcüklerle
ve sevgiyle pompalıyorum yoksa ben asla yeniden nefes alamam.
Nefsimle olan mücadelemse son hız
devam etmekte elbet yarıda kaldığım da oluyor kimi zaman ve kendime yaptığım
eziyeti matah bilip bir de meziyet belliyorum.
Sarıklı düşlerim yok bu gece.
Sarmalındayım işte hiçliğimin ve
coşkum söndü sönecek bu uğurda ayağa kalkıp yeniden yürümeli ve sevmeliyim
belki de asla bir mimoza çiçeğine dönüşemeyeceğim demek oluyor ki gül vasfımla
daim kılacağım kalan yolu.
Karanfillerim ise asla solmadı hani
babam gitmeden evvel bana doğum günümde son kez aldığı kucak dolusu karanfil ve
içim ve baba özlemim hala karanfil kokuyor bu yüzden nerede bir karanfil görsem
içimdeki hıçkırık sonlanmıyor.
Gidenle gidilmiyor.
Bense kendimden gidemiyorum bu yüzden
kendimi rölantiye alıp kalemle dans ediyorum elbet illa ki birbirimizin ayağına
basıyoruz bazense dansımız yarım kalıyor ama ben pes etmiyorum ve yeniden dansa
kaldırıyorum kalemi.
Kulaklarımdaki şarkılar hep aynı.
Ruhumdaki şahika ise çatlak sesiyle
içimi gagalıyor.
Bense göçmen kuşlardan alamıyorum
gözlerimi ve göçebe gibi bir şiirden bir hikâyeye sekiyorum ve hala da
bulamıyorum nereye gitmem gerektiğini ve bulamıyorum da hiçbir sorunun
cevabını.
‘’Düşlerimi b/öl de git böylesi daha
güzel belki de…’’
İçimdeki seyyah ve münasip bir dilde
kendime seslendiğim belki de öğretilerin hepsinin canı cehenneme deyip da
misafir olacağım bir yabancı elbet hüzün iken bakiyesi ömrün ve seferi bir ışık
iken yıldız olmamın da meali ara sıra kendime ve mutluluğa göz kırptığım.
Süt liman olmuyor işte hayat ve
parmak arasından bakıyorum hayatın gerçeklerine elbet nemalandığım da çokça
insan ve duygu ve bakış açımı şekillendiriyorum kimi zaman ama açılar acıya
dönüşüyor ve acıtmadan yaşadığım bir ömrün rövanşı iken canımı acıtanların
varlığı.
Gün dönümü.
Güz dönümü.
Gül ölümü.
Gülmekle ağlamak arasında gidip
geldiğim ve içimdeki pervane bense ışığa âşık bense kendime kırgın bense hayatı
idame ettiren sadece sevgi ve umutmuşçasına salkım saçak dökülüyorum pencereden
sarkan masa örtüsü gibi üstümü kapadığım ve masada kalan son şey iken kırık bir
bardağın can kesiği.
Sözcüklerin de müptelası.
Simamda kaygı.
Siren sesleri susmayan ambulanslar
aralıksız gidip gelen geceleri ve perdenin arkasından içten ettiğim dualarımla
şifa diliyorum herkes için ve sözüm ona gecenin sefasını sürüyorum.
Bir tebessüm eşliğinde o vaveyla
Kükreyen aslanın yüreğinde saklı
soluk bir nida
Aslanpençesinde aşkın
Renk değiştiren mevsim gibi
Karalanan her şiirde zimmetli
Elbet şafağı atan gecenin sihri.
Her düş’ün yalnızlığı kendine işte ve
işte o manivela…
Sükûn olmalı belki de adı kalan
hayatın ve kuytularda salındığım yetmedi de girdim şu karanlık dehlize.
Bir metafor olmanın da özlemi belki
de bir meteor geceyi ve göğü delen gözlerinde yalnızlığın makul olmanın da tek
çaresi iken içime kaçtığım ve gerisin geri gittiğim o mabet ki devasa bir
hürmetle ve saygıyla dokunmak yüreklere ve ç/ağlayan her hecede tebessümler
dikmek cümlenin sonuna bir nokta meziyetinde taşkın da sözcüklerden alıp
nasibimi ve işte göğe yükseldiğim gibi o tarh ki içimde yankı bulan o taht ki
yazgının oturduğu bense kabullenmekle istişare ettiğim iç sesim ki tek tanığı
sadece O bu yüzden hüzün çeşmemi kısıp da gözlerimi de devirdim mi sonsuzluğun
ç/ağrısına ve işte pekişen bir hasret ve nimet eşkâlim sadece insan olmanın
sağanağı iken içimdeki bitimsiz coşku ve anlatma arzusu…