Karanlığın duvağını yırttım akabinde
çevremdeki duvarları bir bir ittim yan komşuya ve ölüm koktu yer gök bir öfke
patlaması iken aşk şiarım edimlerim siması tanıdık iken hüznün kalibresi ve
yüreğimi kemiren nesirler dolusu izdiham ne de olsa bir b/ataktı yazamadığımda
yaşadığım azap ve atak aşkla şerh düşülesi bir Kasım günü pencereden
sarkıttığım örtüde saklı ölü güdüleri ve yaktığım kadar tütsüleri yakmıştım da
çoktan kaptanı olduğum gemiyi…
Ruhumdaki sarmal.
Yetmez lakin…
İçtimada olduğum ne var yok hak
görünenden ötesine yok iken itirazım ve sunumunda Meclisi Mebus sanın içtiğim
kahvenin köpüğünde yüzdüğüm telvesinde saklı iken kendime hasretim içtimada iç
sesim ırkı olmayan hüzünlerin tek tanığına duyduğum bitimsiz sevginin sabıkalı
olduğum kadar aşk masallarından firar eden bir masal kahramanı olma arzusu ile
arz ettiğim masallarım idame ettiğim şiirlerim ve nesirlerimde saklı nezaketim
tüm saygımla hicap ettiğimse kendim ve iklimin kimliğine asılı bir kanca gibi
nasıl ki bir araya da gelmiyordu iki yakam…
Haşmetli bir gün yağmuru bol iken
dünde kalan gülüşlerimin…
Verdiğim her selam bir sadaka afaki
coşkumla feraha çıkmak adına fedaisi olduğum sevginin ve güme giden yüreğimin
tek maruzatı iken yalnızlığımın mahşeri kalabalığı…
Eş güdümlü bir ferman…
Fidan boylu yarenim kalemle ettiğim
kelam.
Azadesi dünün azığı neydi ki ömrün
aykırı bir sözcük peşinde her açmaza düştüğümde koştuğum Rabbin Makamı dinmez
iken tasam derdim demlendiğim kadar bunca gizem nasıl da mahal vermişti
taşkınlara…
Sanrılar uçuşan.
Yetmez lakin…
Pürü pak alnımda saklı nizam.
Göğün kırık tamburu yerin neyi yâdım
iken dünümden yansıyan son teselli elbet tecelli etti edecek nice mucize
pişekar ruhumda salınan kıtalar dolusu şiir şehrin semasında saklı bilinmezin
izinde şakıyan iç sesimin de tek muhatabı iken sessizlikten nemalandığım her
acı her yara her yama izahı olmadığı kadar ruhumdaki merhaleden günümle eşleşen
onca nazı niyaz.
Bir fay hattı isem eğer ki kırık
mizacında şehrin.
Dalgalandığım kadar dalga geçenlere
sözüm dalgın kalbim ve daldığım kadar en derine darp edilen bir sözcük mademki
aşkın kırık fay hattında can çekişen simamla örtülü iken semam…
Semazen eteklerim.
İçli dışlı olduğum hüznün minvalinde
seken bir kör kurşun kordan sesi içimdeki közün özümün boyunduruğunda saklı
iken kendime mal ettiğim buna sözcüğün çeperinde yandığım kadar yaktığım
kıtalar ve mektuplar ve gemiler engebeli bir yolculuk mademki nükseden evhamlı
sevdamla eşelediğim toprağın her zerresi nasıl ki katık minvalime.
Ölümle sözlendiğim.
Ölümcül diyezlerin ihbarı iken sadece
ölüme yeltendiğim.
Ölümsüzlüğün kırık tokası ne ola ki
tokalaştığım kadar kederin ç/ağrısında saklı nazım niyazım soyutlandığım şu kâinatın
şu şafağın da attı bir kere mademki şafağı ve işte şakağıma dayalı yüreğimin de
son mermisi topa tutulduğum hazanın verdiği son muhtıra nasıl ki hüzün
makamında çalan şarkılar ve dip acım ve dip boyası sözcüklerin kararan göğün
amblemi kayıtsız şartsız bir buluta bir de ufka öykündüğüm sarmalında bunca
duygunun tutulmuşken tutku uçuk çıkan bir şiirle nasıl ki sözlendiğim öznem
iken seğiren gözümde özlemimle kilit vurduğum yüreğimde saklı o saydam rahle.
Ah, sızım.
Ah, kırık sazım.
Sesim soluğum çıkmadığı kadar bir
ömre yaydığım anlam mademki yalnızlıktır mahlasım mademki hüzündür yazılan
tefrikam aşkın idame ettiği bir satır aralığında saklandığım kadar gözümden sakındığım
kalemime verip veriştirdiğim de değil iken asla bir yalan…