...
Lekesiz, arif fikirli bir insan olma idealinden henüz çok uzaktı. İdealin serin alevinde pişen, onun yakıcı rüzgârında serinleyen kaç insan vardı? Gayeden uzaktı. Gayenin sessiz ve tozlu yollarında kendi ayak seslerini dinlemekten çok uzaktı. Öyle bir yolda yürümeye başlasa yıldızların ayaklarının atında tozlara dönüşeceğini bilemezdi. Izdırap çekmeden kendini yenileyebilen kaç kişi vardır?

Vuslat şafağının hayaliyle hasret yerini ılık meltemlere bırakırdı. Duyguları yeniden yeşermeye çalışırdı. Bedeni buluşmanın ötelerine geçerek; ruhi birlikteliğe kavuşamamanın hasreti onu yaralardı. Gözpınarlarından akıp ak sinesi üzerinde damlayan gözyaşları hasretine şahitlik ederdi. O Leyla iken mecnundan farksızdı. Arada bir tereddüde düşerdi. Aradığı Mecnun mu yoksa Mevla mıydı diye…

Uyuyamadığı ve gelmesini beklediğinde, yıldızlarla arkadaş olurdu. Gecelerin ötelere açılan pencere mi yoksa perde mi olduğu hususunda tereddüde düşerdi. Yalnız olduğu gecelerin ardından boy gösteren Gamzeli Şafak'ta oturduğu yerde uyuyup kalıyordu.

Bazen çıkışırdı.
"Sen ne biçim gençsin be! Ne sevgilin, ne de sevdan var?" diye…

Gerçekten en çok ben sevdim ama benim sevdam bir başkaydı. Benim sevdam yüceydi. Doğrusu, ben hiçbir kadına veya kıza âşık olamadım. Onun nesine âşık olayım? Birkaç kemik ve bir deri,… var mı geçici olanın gönülde yeri…... Yüreğimde sonsuza uzanan bir sevgi taşıyordum. Sevmek, sevgili uğrunda ölmekle başlamıyor muydu? Allah için seven, sevmekten korkar mıydı? Ölüm asude bir bahar ülkesi değil miydi? "Ben sizi Allah için sevdim, siz de beni severken Allah için sevin," derken sözlerim onlar tarafından anlaşılmıyor, hatta tuhaf geliyordu.

Hep uzaktan sevmiştim, Yunus gibi...… Hep sevdim diye sevenleri seyretmiştim. Sevgilerim kırılmasın diye dokunamazdım. Samimiyetin ilerleyen günlerinden birinde, bir gün salonda sohbet sırasında;

"Seni ben evereceğim," derken kızlar:

"Kiminle? Kiminle?" diye heyecan ve merakla annelerini sorgularken utancımdan kendi kendime terlemiştim.

"Evlenmem için daha en az beş altı yıl var" dediğimde:

"Bre oğlum, el dede olunca mı evleneceksin? Atı alan Üsküdar'ı geçer be" demişti.

Gerçi onun aklından geçen kızın kim olduğunu fazlasıyla tahmin ediyordum. Gözlerinden anlıyordum onu... Aklımda kız yokken aklıma düşürmek istiyordu. Âşık olmak nasıl bir şeydir tatmadım ama hep gülerdik. "Aşk bir turşu suyudur, içmeyenin ağzı sulanır, içenin midesi bulanır," diye…

İçimden bütün ihtimal ve olabilirlikleri tarıyordum ama ihtimaller onun bana düşündüğünü yazmıyordu. "Masum birine umut ve vaat dağıtarak onu kalbi hüsranlara sürüklemeye asla hakkım yoktur" diye düşünüyordum. Aklım ve iradem böyle söylüyordu. Kızlarla aramda hayli yaş farkı da vardı. Ama şehirde insanları tanımak, anlamakta o kadar kolay değildi. Dini, asaleti, soyu sopunu tanıma imkân ve fırsatın pek olmuyordu. Adam gibi adama tesadüf etmek de çok zordu. Bazen onun adına üzülmüyor, acımıyor da değildim.

Ben istemez miydim? Her şafakla balkonda evdeşimle otururken can kulağıyla, huzur ve asude içinde okunan sabah ezanını dinlemeyi…... Yine bir şafak vaktinde yağan yağmurun serinliğiyle kokan toprak kokusunu elinden tuttuğum sultanımla birlikte ciğerlerime çekmeyi…... Ben istemez miyim? Ağaran günle birlikte kapı eşiklerinde bekleşen kedilere mahalle kasabından aldığım ciğerleri ikram etmeyi...… Elime sıcaklığı ve kokusu sinen sabah pidesiyle kapı tokmağına vurduğumda; başında ak yazmasıyla tebessüm içinde parlayan bir çift göz ve simasının yanında yanağındaki gamzesiyle "Hoş geldin, bey," diyen bir sultanla karşılanmayı istemez miyim?

Bilirim ki tüm âşıklar her gamzeli şafakta güneş doğarken gözyaşı dökerler sabır, tevekkül ve teslimiyet içinde…... Yanaklarından süzülen yaşlar, aşk ile kavrulan ruha serinlik ve asudelik verir... Sonra sevgiliye kavuşmak için ellerin sevgiliye açıldığını…... Zamanının, güneş ve kâinatın böyle bir yalvarışa şahitlik ettiğini...… Aşkın kimini deli kimini veli ettiğini bilmez miyim?

Kaderin elinden kaçma şansımız yoktu. Zaman beni haklı çıkardı. İlk defa üniversite sınavları iki aşamalıya çıkarılmış bir yıldı. Dershaneler bile nasıl bir yol izleyeceklerini tam bilmiyorlardı. Kendi kendilerine üretmeye, geliştirmeye çalıştıkları usullerle ders vermişlerdi. O yıl dershaneyi tamamladım ve girdiğim üniversite sınavının ilk aşamasını yarım puanla kaçırarak kazanamadım.

Vedalaşarak memleketime döndüm. Takip eden yıl derslere evde çalıştım. Yine de dershanenin verdiği temelle çok iyi bir puan almıştım. Yine de arzu ettiğim okul ve bölüme girmeye yetmiyordu. O yıl işletme fakültesine kaydoldum. Başarıyla geçen dört yılın ardından diplomamı aldım. Ardından önce Tuzla'da ve sonra şarkta yedek subay olarak vatani vazifemi yapmıştım.

Aramıza zaman bir perde gibi gerildi de bizi birbirimizden ayırdı…
...
Devamı var...
...
Ank-310706
( Aysultan Hanım-4 başlıklı yazı KOCAMANOĞLU tarafından 25.07.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.