Çanakkale ..ah Çanakkale
Balıkesirli
Hattat oğlu Mustafa Çanakkale’de Hamidiye Tabyasında ihtiyat zabitidir.
Çok değerli
Hemşerimiz Aydın Ayhan’ın “Çanakkale
Ah..Çanakkale” isimli harika eserinde yazdığına göre bizzat Aydın Ayhan’a
anlatıyor
“Bu
gözler gördü.Hani kan gövdeyi götürüyor derler ya.İşte bu gözler kanın şırıl
şırıl akıp gövdeleri sürüklediğini gördü…İkindiden sonra geç vakit ateşkes
yapıldı.Muharebe sahasına doğru gittim.Dağ taş yaralı doluydu.Bir de baktım
vadi aşağıya doğru dolaşmış bir yün yumağı gibi insan cesedi dolu.Bir de denize
doğru baktım.Aşağılarda akan kan, cesetleri, kolları, bacakları ve gövdeleri
götürüyordu.Vadinin denize kavuştuğu yer adeta yarım ay şeklinde kıpkırmızı
olmuş denizin rengi değişmişti.”
“Hattat
oğlu Mustafa Efendi anlatıyor;
Bir gün
bizim birliğe takviye Balıkesir gönüllüleri geldi.Gittim.120 kişiydiler hemen
hepsi tanıdıktı.Sarıldık hasret giderdik.Başlarında da o zamanların
Balıkesir’in ünlü kabadayısı Üçpınarlı Ali vardı.Ali sancaktar
olmuş.(Balıkesir’de köy geleneğidir bayrağı delikanlıların başı taşır).Tüfeği
çapraz asmış, sancağının üzerine de sırma ile “Karesi Gönüllüleri”
yazdırmıştı.Kabadayılığı gene elden bırakmamış askerlikte pek hoş olmamasına
rağmen belinde kamasını sallandırmıştır
“Burada
her şey emirle olur. Hücuma sadece biz geçersek kendimizi gereksiz kırdırırız.
Her şeyin zamanı var” deyince:
“Peki
öyleyse hücuma geçmeden yarım saat önce bize söyle de şu sırt çantalarını
emniyetli bir yere koyalım.Şöyle rahat rahat doyasıya dövüşelim..”
Hücuma
yarım saat kala Üçpınarlı Ali’ye haber verdim.Balıkesirlileri aldı siperlerin
gerisinde bir vadide kayboldular.
Hemen
gelirler sandım.Beklerim gelmezler, beklerim gelmezler.Bir çavuşa “Şu bizim
hemşerilere bir bak bakalım” dedim.Gitti.Biraz sonra önde Üçpınarlı Ali arkada
arkadaşları çıktılar geldiler.Şaşırdım hepsi süslenmişler, hanımlarının,
nişanlılarının verdikleri ayrılık mendillerini kimi boynuna dolamış, kimi
alnına çatmış, kimi bileğine dolamıştı.Çoğu yakalarına artık kurumuş gül veya
karanfil takmıştı.(Balıkesir’in köy geleneğidir delikanlılar düğünde bayramda
yakasına, şapkasına, kulağının üstüne gül, karanfil takarlar).Ali’ye
sordum:”Neden geç kaldınız?”
“-Komutan
bey, biraz sonra Cenab-ı Rabbül Alemin’in huzuruna çıkacağız.Temiz çıkalım
dedik.Ola ki bir pislik bulaşmıştır diye çamaşırlarımızı değiştirdik. Abdest
aldık.Biz buraya oynamaya değil düğüne geldik, bayrama geldik.Bu gün bizim
bayramımız onun için süslendik.Ayrılık hediyelerini taktık.Birazdan bayramımız var.Aman
sen bize hücumdan beş dakika önce gene haber ver.”
Sonra
büyük bir sessizlik oldu.Herkes kendi dünyasına dönmüş dua ediyordu.Gözler
yumulu avuçlar açılmış sadece dudaklar kıpırdıyordu.
Saatime
baktım.Ali’ye beş dakika kaldığını bildirdim.Birden bire ortalık
kaynayıverdi.Herken birbiriyle sarılıyor, öpüşüyor, helalleşiyordu.
Üçpınarlı
Ali arkadaşlarına hem sarılıp helalleşiyor hem de tek tek tembihliyordu “Dendi
ha... Utandırmayın ha... İyi dövüşün ha. Gün bu gündür... Anamız bizi bu gün
için doğurdu. Hakkınızı helal edin.”
Kısa
süre sonra dişler kenetli, süngülerini takmış, tüfeklerinin dipçiklerine
parmaklarını geçirircesine yapışmış bölük hücuma hazırdı. Ölüme hazırdı.
“Hücum!”
deyince sanki siper sarsılıverdi. Hepsi “Allah..Allah..” diye düşmanın içine
bir hançer gibi daldılar. Dövüştük. Dövüştük.
Akşama
doğru savaş durdu.Ateş kesildi.Her iki taraf da yaralı ve cesetlerini
topluyordu.Yanıma birisi geldi... ”Komutan Efendi Üçpınarlı Ali sancağı
vermiyor “ dedi. Gittim baktım. O yüz yirmi Balıkesirli gönüllüden sadece on üç
kişi sağ kalmış. Ali de şehitler arasında idi. Ama sancağı öyle bir kavramıştı
ki parmakları kenetlenmişti. Çekeyim dedim olmadı. Orada üç top çam ağacı
vardır.O gün şehit olanları o ağaçların arasına gömdük. Gömülen şehitlerin en
üzerine de Üçpınarlı Ali’yi sancağına sararak yatırdım…”