Susuyorum
artık. Sana, sana susuyorum. Kana kana yudumlamak istiyorum aşkını ama
yapamıyorum. Susuyorum sadece. Ebediyen konuşmamak üzere susuyorum. NOT: Benim
ezelim de ebedim de sensin sevgilim. Döndüğün gün tekrar konuşacağım merak
etme.
Çekiliyorum
hayatından, sessiz ve usulca. Susarak çekiliyorum, kusarak çekiliyorum, aşkını
kusarak. Zira içimde yer kalmadı sana, sığdıramıyorum artık seni içime. O kadar
büyüdün ki içimde, aşkın o kadar kocaman ki taşıyorsun her gün. Tonlarca
taşıyorsun, kalplerce taşıyorsun, sevda sevda taşıyorsun ama bitmiyorsun.
Bitmek bilmiyor ne “sen” ne de “sensizlik” içimde. Yanındayken hasretim işte,
nasıl bitsin ki, nasıl bitesin ki?
Yokum
artık sevgilim. “Ömür boyu sensizlik” ile cezalandırdım kendimi. Sen mutlu ol
diye “müebbet nefessizlik” yazdırdım karar defterime, kara defterime.
Varlığımla, kimsenin hayal dahi edemeyeceği aşkımla, seni herkesten ve her
şeyden çok seven kalbimle mutlu edemedim ya seni; bu kez yokluğumla deneyeceğim mutlu etmeyi. Ve sanırım bu kez ulaşacağım emelime. Mutlu edeceğim seni
yokluğumla, nefessizliğimle. Bensiz hep gül olur mu dünyanın en güzel gülen
kızı?
Bir
“bela” yok artık başında. “Rahatsız etmeyeceğim. Bir şey sorup hemen susacağım”
diyen ama bunu söylerken de o dünyanın parlak, dünyanın en ışıltılı, dünyanın
en güzel gözlerine bakıp “susma” demeni bekleyen biri yok artık. Hiç “susma”
demediğin ve onlarca kez gururunu kırdığın, tonlarca gözyaşı döktürdüğün,
ruhunu bedeninden söküp aldığın o “bela çocuk” yok artık hayatında. Niye biliyor
musun? Konuşup da seni rahatsız etmemek için, yok oluşuyla seni mutlu etmek
için çekiliyor hayatından. Kalbine gem vurarak çekiliyor, “ona döneceğiz” diyen
ayaklarına kızarak çekiliyor, sana bir daha hiç bırakmamak üzere sarılmak
isteyen kollarını birbirine bağlayarak çekiliyor. Çekiliyor işte hayatından o
bela. Çekiliyorum hayatından ey can-ı alâ.
Kimsenin
hayal dahi edemeyeceği kadar çok sevmiştim oysa. Bu yüzden kaybettim ya seni,
saramadan doyasıya. Hayal edemeyince aşkımı, göremedin yanışımı. Pervanendim
ben senin, her değişte yanan. İlahi mumumdun sen benim, eriyişimi yok sayan.
Canın sağ olsun can. Tek dileğim: Sen olasın hoşça kalan.
Gidiyorum
şimdi her şeyim. Gidiyorum şimdi en kıymetlim. Gidiyorum varlığım, sebebim, en
güzel gülenim. Sen aldırış etme bana olur mu? Takma gidişimi, üzülme asla.
Hani, hani çok sevdiğin ve yıllarca üstünde taşımaktan mutluluk duyduğun bir
elbiseyi küçülünce annenin, komşu çocuğuna vermesi gibi düşün gidişimi. En
fazla bir gece üzül arkamdan, sonra unutuver benle yaşadığın ve yaşamayı hayal
ettiğin her şeyi. Üzülme asla. Zaten unutmayacaksan, üzüleceksen niye gidiyorum
ki ben? Burada kalıp senle ağlamak varken niye gideyim ben? Üzülme o yüzden,
hiç üzülme, üzülme hiç.
Bu
bir vedadır sevgilim. Veda değil de aslında sedadır. Yok oluşumun sedası.
Saladır bu. Aşkının salası, biten aşkının. Haydi “aşık kişi” niyetine dur
namaza. Bir fedadır sana. Canımın fedası. Senin için senden vazgeçmektir bu,
mutluluğun için, huzurun için. Hep rahat olsun için. Hep gülsün yüzün. Dünyanın
en güzel gülüşüyle gülsün. Ben güleceğim çünkü hep. Sen güldüğümü hisset,
hisset ki mutlu ol diye güleceğim. Söz veriyorum; artık geceleri yorganı başıma
çekip yastığı yüzüme bastırarak da ağlamayacağım, vallahi. Banyodaki aynada
yansımanı görünce de hemen kapıyı kapatıp dışarı çıkacağım, hüngür hüngür
ağlamayacağım. Gerçekten. İnan bana, yapacağım bunları. Çünkü seni mutlu edecek
benim gülüşüm, biliyorum. Ne kadar sevmiyor olsan da ağlamama üzüldüğün için
güleceğim, sen mutlu ol diye.
Neyse
cancağızım, lafı her zamanki gibi çok uzattım. Ama çok seviyorum, susmak
istemiyorum napayım… Aa pardon, çok özür dilerim. Bu türden cümleler de yok
artık sana. Bilme seni sevdiğimi, seni çok sevdiğimi, seni çok çok sevdiğimi ve
senin için ölümü beklediğimi. Çünkü bilince üzülüyorsun farkındayım. O yüzden
yok artık sana bu türden cümleler. Yani benden yok, belki başkası söyler. Seni
benim kadar sevecek biri çıkarsa karşına, söyler inşallah bunları. Söyler ki
mutlu olasın. Ama ben susuyorum şimdi ve gidiyorum, çekiliyorum hayatından.
Ebediyen susuyorum sana karşı, ebedim benim. Sen hep gül olur mu? Bensiz hep
gül. Bak! Ağladığını duyarsam bozarım suskunluğumu ve başlarım bol bol nasihat
verip seni rahatsız etmeye, ona göre! Ve kendine de iyi bak tamam mı? Çok iyi
bak kendine. Güneşe aldanıp şubat ayında gömlekle gezme dışarıda. Ha bir de
kolun ağrıyor, sakın voleybol ve badminton oynama. Eve gidince ağrıdan
duramıyorsun hissediyorum. Oynama o yüzden el ve kol hareketi gerektiren
oyunları. Futbol oyna sen, cuma günleri ilk iki saatte. Yani arkanda, parkın
oraya baktığında dakikalardır seni izleyen bir ben olmayacak artık ama sen yine
çok iyi oyna topunu. Biraz da penaltı çalış, hep kaçırıyorsun çünkü. Her
teneffüsün bitiminde lavaboya gidip saçını başını düzeltmeyi de unutma sakın.
Ama alt kattaki lavaboya git hep, bizim sınıfın oradan geç. Yani her teneffüs
senin utangaç bakışını görmek için sınıf kapısında bekleyen bir ben olmayacak
artık ama sen yine de yere bakarak geç utancından, ben varmışım gibi…
Ve
son olarak; çok bekletme olur mu beni? Hani olmaz ya diyelim ki anladın
kıymetimi ve yanında görmek istedin beni. İşte tam o anda kaldır kafanı
gökyüzüne, koy elini kalbinin üzerine. İşte ikisinden birinde olacağım ben: Ya
kalbinde ya da gökyüzünde. Ama nerde olursam olayım hemen geleceğim yanına. Kalbin
kadar yakınsam yani yeryüzünde herhangi bir yerdeysem eğer, koşa koşa gelirim
ve mutlu bir ömür süreriz sen ve ben. Yok gökyüzündeysem eğer, uça uça gelirim
ve bir ömür gözyaşlarını silerim sana hissettirmeden, istesem de hissettiremem
zaten. Neyse işte, o yüzden çok bekletme beni olur mu?
Şimdi;
elveda sevgilim. Her şey gönlünce olsun. O tertemiz gönlünün istediği gibi
olsun her şey… Kendine çok iyi bak…
Seni
her şeyden çok seven ıııı pardon “ben” işte…