Biri vardı. Uğruna ölünesi biri... Severdi adam. Eliyle, diliyle, gönlüyle; hem ne güzel severdi.

Sevda dedikleri illeti iliklerinden başlamıştı yaşamaya adam. Kalbi değildi yalnız yanan; gözleri, kirpikleri, beyni, iskelet sistemi... Ve hatta tüm iç organları etkilenmişti bu sevda akımından; böbreği, dalağı, ciğerleri... Her şeyiyle bir "sevdalı"ydı o.
..Ve kadın... Bir insan ancak bu kadar bihaber olabilirdi aşktan, sevmekten, duygudan. Kalbi değildi sanki atan, onu yaşatan. Hani o olmasa yaşayamazmış ya insan, yalan! Kalpsiz de yaşıyordu işte bu bayan! Bayan Duygusuz...
İkisi de aynı okuldaydı. Merdivenleri telaşla inerken adam, kadınsa ellerindeki kitaplarla sınıf yolundaydı. Okul dardı, keskin bir viraj timsali dikkatle dönülmesi gereken bir köşe vardı. Acelesi vardı. Yetişmesi gereken bir aşk vardı. Koşuyordu adam, telaşlıydı. Köşeye geldi. Sonrasındaki bir saniye, kesikti. Kitaplar yerde, gözler gözlerdeydi. Çarpışmışlardı. Ve adam... Aşka yetişmişti. Yetişmesi gereken aşka...
Yok yok! Onların hikayesi, bir Türk filmi senaryosundan bozma değildi. Bir sevdaydı işte, başlangıcı önemsizdi. Sevdaların nasıl başladığı mühim değildi. Mühim olan, nasıl bittiğiydi. Sahi, "sevda" biter miydi? Bitecek olsa, adına "sevda" denir miydi?
Adam ağlıyordu. Elindeki tek yudum dahi almadığı kahve zaten soğumuştu, içine düşen gözyaşlarının günahı yoktu. Yorgundu.
Hep aşk kokan sözcükler fısıldardı adam, kadının kulağına. Hediyeler alırdı sonra. Sürprizler yapardı mesela. Bir defasında gül bırakmıştı kadının masasına. Ne kadar klasik değil mi?! Cebindeki son parayı, aç karnına rağmen lokantanın hemen yanındaki çiçekçiye vermiş, o gülü kadının masasına bırakabilmek için de tan yeri ağarmadan uyanıp herkesten evvel okula gitmişti. Hayalleri vardı. Kadını bıktığı hayattan kurtaracak, yaşadığını ona yeniden hatırlatacaktı. Onu dünyanın en mutlu insanı yapacaktı. Yapacak mıydı? Hayalleri vardı.
Kadın mı n'apardı? Hiç... Ama bir gün çok güzel bir şey yapmıştı Allah'ı var, son gün.
Oturuyorlardı. Gülüyordu adam, somurtuyordu kadın. Zaten hep somurturdu. Gülerse adamı mutlu edeceğini bilir ve hep somurturdu. Adam gülüyordu. Gülmek hiç böyle can acıtan bir eylem olmamıştı. Sanki gülen gözlerine inat, yüreğiyle ağlıyordu. Durdu bir ara. Sessizdi ortalık. Denizin akşam serinliği getiren dalgalarından başka ses yoktu ortamda. "4 harf" dedi adam. "Ne?" diyebildi kadın yalnız, anlamamıştı. "Alfabem" derken doğruldu adam, "Sadece 4 harf." Üstelemedi kadın. İşte o anda çok güzel bir şey yaptı! Bir şey yaptı ilk kez. "Ayrılalım mı?" dedi. Ayrıldılar. 
Günler ay, aylar yıl oldu. Adam bir türlü toparlanamıyordu. Derdi neydi? Yara... Çare için kime gitmeliydi? Yar'a... Gidemezdi, gitse terslenecekti. O aslında hiç sevilmemişti. İç geçirdi. "Alfabem" dedi, "Benim alfabem yalnız 4 harfli!"
Söyleyemiyordu o 4 harfi. Dili varmıyordu. Ayakları nasıl varmıyorduysa yare koşmaya, dili de varmıyordu adını anmaya. Sadece sayıklıyordu, "Sevda biter mi?" diyordu. Sahi biten şeylerin adına hep "sevda" mı deniyordu? Yoksa kadın sevdayı adamda mı deniyordu? Gideceğini biliyordu! Kadın bu yüzden gülmüyordu. Gideceğini biliyordu ve gitti. İşin aslı; kadın adamı hiç sevmiyordu. Sevda yoktu. Adam ağlıyordu. Ne güzel ağlardı o. Gülerken bile ağlardı. Sanki ağlamak yalnız onun için vardı. Ağlıyor ve sayıklıyordu. "Sen benim alfabemsin" diyordu, "Bildiğim tek doğru şeysin!" Vazgeçmiyordu. İşin garibi; adam kadını halâ seviyordu.

( Alfabe başlıklı yazı tolgahan-b tarafından 15.03.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu