G. SELÇUK-EFES Biz onları Efes ve Selçuk harabelerini görmeye davet ettik. Bizim için problem yoktu. Nasıl olsa arabayla, Efes harabelerini görmeye gidecektik. Ayten hanımla Kâmil Alb. Sabahtan vapurla Konak tarafına geçecek, Ordu Evinde bizimle buluşacaklardı.
Saat 0900 da yola koyulduk. Gaziemir-Torbalı-Selçuk. Selçuğu geçtikten sonra Efes’e ulaştık. Burası sanki bir açık hava müzesi gibiydi. Öğrendiğimize göre: Efes bir liman kenti imiş, Daha önceki tarihlerde kurulmuş ama, Roma imparatoru Agustus zamanında, Asya Eyaletinin başkenti durumuna kadar yükseltilmiş. Aynı zamanda bir ticaret merkezi haline gelmiş. En çok göze çarpan, Dünyanın yedi harikasından biri olan, Bakir Doğa Tanrıçası Artemis’in Tapınağı idi. 127 sütunlu, ve bunlardan bir kısmı kabartmalıydı. Efes Tiyatrosu 24000 kişilikmiş. Tiyatronun oturulacak yerlerinde görüntü elde edip buradan hatıra kalsın istedik. Eşim , Ayten hanım ve kâmil Alb. ile birlikte, fotoğraflarını çektim. Daha ne kadar çok eserler gördük. Mermerden yapılmış geniş bir cadde, Hadrianus Tapınağı, Akropol, Kitaplık, stadyum, Agora- Pazar yeri, Artemis Tapınağı ile Sanjean kilisesi arasında, Aydınoğullarından kalma, İsa Paşa camii. Vs, Buralarını gördükten sonra Bülbül dağına çıktık. Tepenin güney yamacında, şarıl, şarıl akan çeşmeler ve Meryem Ananın evi vardı. İsa peygamberin ölümünden sonra, Meryem Ana, korumak maksadıyla, Havarilerden biri olan Aziz Jean tarafından Bülbül dağına getirilmişti. Ayrıca bir de kilise yaptırılmıştı. Ağaçlıklar arasında güzel manzaralı bir yerdi. 1961 yılında 23ncü Papa Johannes tarafından Meryem Ananın evi Hac yeri olarak ilan edilmişti. Bu tarihten itibaren, Kuşadası limanı, Meryem ananın evine yakın olması sebebiyle yabancı Turistlerin akınına uğramıştı. Vapurlarla Kuş adasına gelen turistlerin, bu bölgeye, otobüslerle, kafile, kafile gelişine şahit olmuştuk. Yedi Uyurlar (Eshab-ı kehf ) mağarasını da gördükten sonra Çok yorulduğumuzu anladık. Kuş adasına gittik, Adanın, bir yolla, kara ile irtibatını sağlamışlardı. Çok güzel lokanta ve gazinolar vardı. Bir tarafında da Liman vardı. Adaya gidip bir lokantaya oturduk. Yolcu gemileriyle veya yatlarla limanın o güzel manzarasını seyrederken, biraz geç de olsa, hem yemek yemiş hem de dinlenmiştik.
Artık vakit gecikmişti. Osmanlı eserlerinden birini daha gördükten sonra, İzmir’e dönmeliydik. Tercihimiz, çarşıya yakın olduğu için, Öküz Ahmet Paşa Kervansarayı idi. Kuşadası bir ticaret merkeziydi. Osmanlı vezirleri de bunu biliyorlardı. Dolayısıyla Ticareti geliştirmek maksadıyla, Öküz Ahmet paşa buraya büyük bir kervansaray yaptırmıştı.. Kervansarayın iki girişi vardı. Biri insanlar için, biri de yüklü hayvanlar için. Kervansarayın geniş bir avlusu vardı. Kervansaray, çepeçevre, üç kattan ibaretti. Zemin kat eşya depoları ve hayvan ahırları için düzenlenmişti. Yukarı katlar da insanların bir otel gibi kullanmasına ayrılmıştı. Kervansaray geniş tavanından ışık alıyordu. Sanki bir müzeyi andırıyordu. Burasını alel acele gördükten sonra yola koyularak, akşam olurken İzmir'e geri dönmüştük. Kamil Alb. larla akşam yemeğini, Ordu Evinde beraber yedik. Konu hep gördüğümüz yerlerdi, yemekten sonra, birer kahve içtik ve Onlar vapurla evlerine döndüler, biz de yorgunluk gidermek için yatağımıza girdik.
Yukarda bahsettiğim gibi, İzmir’de ahbaplar çoktu. Hatay caddesinde de, Napoli'den Mahir Kütük ve Nüket hanım vardı. Öğle yemeğinden sonra onları görmeye gittik. Çok memnun kaldılar. Bir müddet gezdiğimiz yerlerden ve Napoli'den bahsettikten, çay, kahve ikramından sonra, Yine aynı caddede oturan Yaseminin yeğeni Gülbinleri görmeye gittik. Mektuplaştığımız için adreslerini biliyorduk. Maalesef oradan taşınmışlardı. Evdekilere, Taşındıkları yerin adresini sorduk. Olumsuz cevap alınca, Muhtemel eski komşularından biri bilir diyerek bir kapının zilini çaldık. Gerçekten yeni taşındıkları semtin ve evin adresini bırakmışlardı. Karşıyaka, Bostanlıda oturuyorlardı. Bugün için geç kalmıştık Yarın da oraya gideriz diyerek Ordu Evine döndük.
Bu defa karşıyaka'ya, arabayla gittik, Çünkü oturdukları mahalle karşıyaka'dan daha uzakta idi. Neyse ki adresi bulmakta güçlük çekmedik. Tabii haberleri olmadığı için Onlar’a sürpriz oldu. Kocası da evde imiş. Evlendiklerinden beri mektuplaştığımız halde hiç karşılaşmamıştık. Yani kocasını ilk defa görüyorduk. Biri kız, diğeri oğlan iki çocuğu vardı. Kocası iyi bir insana benziyordu. Fazla konuşmuyordu benim gibi ama, kibar bir tavrı vardı. Her şeyden önce, çocukları ve kocasıyla bir fotoğraf çektim. Bir de Engin Bnb. bizim fotoğrafımızı çekti. Badema muhabbet devam etti. Kurabiye yiyip, ikindi çayı içtikten sonra da Ordu evine döndük.
H. DEĞİŞİK GÜZARGÂH
Artık İstanbul’a dönme zamanı gelmişti. Bu defa geldiğimiz yolu değil, daha kısa olur düşüncesiyle Balıkesir- Bursa yolunu tercih ettik. üç Ekimde yola çıktık, Susurluğa geldiğimizde Arabayı park ettikten sonra, ikişer tost ve Susurluğun meşhur köpüklü ayranından içtik. İki paket de Kemal paşa tatlısı aldıktan sonra Bursa'ya gitmek üzere yolumuza devam ettik. Bursa Ordu evinde bir gece kaldık.
Ertesi günü dönüşte İznik yoluna saptık..Orasını hiç görmemiştik. İznik’e girerken, araba süratsiz olmasına rağmen bir güvercine çarptık. Zavallı ölmedi ama kanatlarıyla uçamıyordu, yaralıydı. Eşim de ben de çok üzüldük. Yapılacak bir şey yoktu. arabayı durdurup yakalamak için uğraştık, güya tedavi ettirecektik. Ama yakalayamadık.
İznik gölü, Marmara bölgesinin, ikici büyük gölüydü. Şehrin yerleşimyeri düzlüktü. Diğer taraflarda, zeytinlikler, meyve ve sebze bahçeleri vardı. Yeşillikler içindeydi. İznik’in Tarihi çok eskilere dayanıyordu. Osmanlının ilk başkentiydi. Eski kale ve surları mevcuttu. Yeşil caminin minaresi , meşhur İznik çinisiyle kaplıydı. Burası Osmanlının eline geçtikten sonra, çiniciliği daha fazla gelişmişti, Nilüfer hatunun Müzesi de bu gelişmişliğin kanıtıydı. Yol bizi mecburen, gölün kenarını dolaştırmıştı. Öğle yemeğini yine Yalova'da yemiştik..Bu defa, Yalova'dan sonra, İzmit körfezini dolaşmadık Araba vapuruyla Gebze -Hisar bölgesine çıktık. Bu sayede yol kısalmış zamandan kazanmıştık. Eve geldiğimizde, arabanın kilometre saatine baktım ki bu seyahatimizde, 2121 kilometre yol kat ettiğimizi gösteriyordu.
İ. YELLİ KÖYÜ
Önümüzdeki 22 kasım 1977 tarihinde Kurban Bayramı olacaktı. Köye gidip kurban kesmeye karar verdik. Kurbanı Yaseminin adına kesecektim. 15 kasımda yola çıktık. İlk defa kendi arabamızla köye gidiyorduk. Bolu Dağı Ulusoy tesislerinde mola verdik. Öğle yemeği yemek istiyorduk. Yağ ve etine pek güvenemediğimiz için çorba ve pilavı tercih ettik. Benzin de altıktan sonra , yola devam ettik. Kızılcahamam'ı geçtikten sonra, sağa Çeltikçi-Güdül yönüne döndük. Yollar hem iyi değildi, hem de virajlıydı. Hava güneşliydi ama etrafta dağlar, tepeler ve malum biraz da bozkırdı. Tek tük ağaçlar görünüyordu Keşanuz’a gelip, bizim köyün yokuşunu çıkarken, bir km.lik yolda epey sıkıntı çekmiştim. Yolun bir an önce bitmesini istedim. Pınar önüne vardıktan sonra rahatladım. Köyün erkekleri, köy odasındaydılar. Bu mevsimde onların yapacağı fazla bir iş yoktu.Her zaman olduğu gibi, kadınların yapacağı işler çoktu. Arabadan inip, biraz hoşbeşten sonra, Annemlerin değil, ablamların evine yöneldim.
Ablamların evi bizim için daha uygundu. Fevzi eniştem çok efendi ve konuşkan bir insandı. Namazında, abtestinde, aynı zamanda anlayışlıydı. . Annem de oraya geldi. Sarıldık, hasret giderdik. Köye Senelerdir gelmemiştim. Artık annem geceleri de ablamlarda kalıyordu. Köy yüksekti, İsviçre köyleri gibi .havadardı ama, bu mevsimde, hatta Haziranda bile havalar soğuk olurdu. Oturma odasında gündüz, gece soba yanıyordu. Annem biz yatmadan ve sabah kalkmadan önce yatak odamıza usulca gelir, sobasını yakardı.. Herhalde çocukken gösteremediği sevgi ve şefkat'i şimdi göstermek istiyordu. Ayrıca gelinini de çok seviyordu. Hoş köydeki, herkes Yasemini seviyordu ya!
Artık Bayram gelip, çatmıştı. Kurbanı da köyden almıştık. Daha önce de bahsettiğim gibi, Bayram namazından sonra, önce köyün yaşlıları namazdan çıkar, köy odası önünde yaş sırasına göre dururlar, sonra gençler camiden çıkarak sıra ile yaşlıların elini öperlerdi. Böylece herkes bayramlaşmış olurdu.
Diğer bir adette, Köylüler, bayramlaştıktan sonra, kurbanlıkları kesmeye giderlerdi. Öğleye doğru, bütün köyün erkekleri, çocuklar dahil, köy meydanında toplanırlardı., Bilhassa kurban kesenler, evlerde, kurbanlıklardan kavurma, ayrıca pilav ve tatlı yaptırırlar, yemek tabakları siniler içinde, köy meydanına getirirler, hep birlikte yemek yerlerdi. Böylelikle, kurban kesemeyenler ve fakirler, güle, eğlene yemek yemiş ve kurban etinden istifade etmiş olurlardı. Yemekten sonra da köy hocası dualar okur, amin sesleri göklere yükselirdi. Ben de Bayram yemeğinde, köylülerin bir araya gelişlerini fotoğraflarla ölümsüzleştirmiştim.
Köye gelen her misafire yapıldığı gibi, bize de Köyden ayrılırken, karınca, kararınca, eve götürmek üzere, üzüm, ayva, elma, tarhana, bulgur gibi ne varsa hepsinden, sepetlere , torbalara koyup bizi yolcu etmişlerdi.