bir sürü vecizeyle örttünüz hayatı
kimsenin ah’ı kimseye kalmaz
yalancının mum’u yatsıya kadar dediniz
mesneviyi en güzel kapaklarla süsleyerek
içinde ki aşk’a zerre kadar
hürmet etmediniz
insan yaşam sentezinde
kalbim kanayarak utandım
yemyeşil bir filizdim karadenizin bilmem neresinde
günü geldi demek ki
beton yığınlarına çıra oldum
o kor nefesinizle üflediniz şaşı gözlerime
yüzünüzü seçemeden alev aldım
bende şaşar beşer bir canın emanetçisi değilmiyim
aynı renk kanla lekeledim beyazlarınızı
bende her cuma hutbesi dualarına çiğerimden amin dedim
çoğaltabildığım kadar çoğalttım dualarınızı
bazen üstü susam kokulu ekmeğe iç geçirdim
bazen de taş kesmiş bir somunu kemirdim
herşey umudun en yükseğinde tecelli bulacak diyerek
yüreğim hiç uğramadı fıravunların coğrafyasına
lakin
sabrı zorlayan onca güleç yüzlü resimlerle
ninniye nazır tutuyorsunuz hala
seddülbahire yatan geçmişimi
üstünde güneş batmayan bir milletin kalıntısıyım ya
ve çanakkale’de teriyle susuzluğunu gideren
bilmem hangi canlı makberin torunu
siz şalom’un ağızına dayayın biraz daha
ramandan uzattığınız yeşil hortumu
tedirgin bir yaşamın korkusunda
sazı sözü susmuş
eli dili kelepçede başka bir yavan mutluluk
kıymığımda üç yapraklı yoncalarım var benim
her biri başka bir renkle solgun bakar
ve değişir lisanı bu isyan karası acımın
bin şiire sürsemde kuru yapraklarını ahdımın
her dizesi sadece kendini yakar
Faruk Civelek