Sesler geliyor dışarıdan. İçeridekileri kendine çağıran
gülüşler, nefesler… Çıksam mı acaba diyorum. Ayaklarım harekete geçiyor benden
evvel. Ama ruhum aheste dolanmaya devam ediyor boşluklarda. Şimdi bu kadar
cezbeden o sesler yaklaştıkça çatallanmaya, pürüzlenmeye başlayacaklar,
biliyorum. İçlerine sahiplerinin geçmişlerini, eksiklerini, gölgelerini katıp
öyle girecekler kulaklarımdan. O zaman bu kadar benzemeyecek insanlar
birbirlerine. Sesleri gibi yüzleriyle de barikatlar kuracaklar durmadan.
Ben onlardan çok daha yakınım her birine, yüzlerini
bile göremediğim bu yerde. Onları birbirinden ayıran izleri göremiyorum çünkü.
Hepsini tek bir bedene ve ruha indirgeyecek o
kaynaşmayı yakalıyorum bu uzaklıktan bakınca. “İnsanları seviyorum” diyen, en
küçük ayrım gözetmeden sevenler de böyle bir yerden bakıyor olmalılar.
Derinlerde gezinmeden, güçlü çalkantılara tanık
olmadan, yüzeydeki küçük kıpırtılarını seyretmekle yetinmeli belki de o insan
denen denizin. Kararlı bir gülüşü yapıştırarak yüzüne, “ben seni seviyorum”
diyeceksin her şeyinle. “Ne yaparsan yap, ne söylersen söyle hep böyle
güleceğim sana. Böyle bir gülüşü hak edecek biriymişsin gibi… Gerçekte hak
etmesen de ben yine de hak edenlerle aynı kefeye koyacağım seni.”
Anne babalar da çocuklarına aynen böyle yaklaşıyorlar
günümüzde… Çekirdeğinin kabuklarını yere atan oğluna medar-ı iftiharıymış gibi ışıl
ışıl gözlerle bakan; kabuklardan birini henüz fırlatmışken kaldırıma, ona dünyanın
en sevecen sesiyle dondurma ister misin diyen, gözü çocuğuna duyduğu aşktan kör
olmuş anneler ve babalar hiçbir zaman anne baba olamayacak canavarlar
yaratıyorlar çocuklarından. Karşı cinse duyulacak şiddette bir duyguyu kendinden
olan bir varlığa duyarak zaten baştan doğanın dengelerini alt üst etmekle de
kalmıyor; çocuklarının her yanlışına, ilkesizliğine amenna diyen, en küçük
uyarıda bulunmayı bile sevgilerine ihanet gören yaklaşımlarıyla çivisini de
çıkarıyorlar dünyanın.
“Birileri durdursun beni artık” diye çığlık çığlığa
bağıran çocuk, genç, orta yaşlıdan geçilmiyor bu yüzden ortalık. Bir genç kız ağlıyor
yollarda sevgilisinden dem vurarak. En kuytularda; en yakın, kalbine en dost
bulduğun insana anlatabileceğin mahremiyetteki şeyleri o kız ortalık yerde,
gecenin bir yarısı avaz avaz haykırıyor dünyaya. Çok da uzun olmayan bir süre
önce, henüz saçları örgülü küçük bir kızken daha, olmadık bir şey yaptığında,
mesela yere düşen o adama kahkahalarla gülerken “ayıptır” bile diyemeyecek
kadar onu çok seven annesi saniyenin onda biri bir zaman diliminde bile
gelmiyor aklına o anlarda. Belki geçmişiyle ilgili pekçok görüntü gelip geçiyor
alkolün bulutlandırdığı zihninden. Ama bir tanesinde bile bir anne yok. Yanlış
yaptığında onu uyaran, doğru yaptığında göklere çıkaran… Ruhuna sonuna dek hak
ettiği, adaletli gülüşler gönderen… Kendiyle gurur duymanın o tatlı ılıklığıyla
dolduran kalbini…
Ne zaman gerçek bir annesi oldu ki zaten?!