“Aşk önemli değil!” deyip
duruyordu kendine. “Hem aşk ille de karşı cinsle mi sınırlı? Şu kediye de âşık
olamaz mıyım?!” diye esnetmeye, gevşetmeye çalışıyordu kalıbı. Alabildiğine
geniş, her neviden çiçeği, böceği, insanı içine alan bir duygu haline getirene
kadar onu… Şimdiki bu dar, sınırları belirli halinden tamamen kurtararak…
Sonra O’nun yüzü beliriyordu
birden zihninde. Kedi, çiçek, insan, her şey un ufak oluyordu içinde yer
aldıkları o koca şeyde. Baş edemedikleri bir şey vardı. Orada bulunmalarını
anlamsız hale getirecek kadar çok yakışan, içinde var oldukları o duyguya.
Tamam, kendileri de seviliyordu duygunun sahibince. Okşanıyor, sulanıp
gülümseniyorlardı. Ama yanlış bir yerdeydiler sanki. Doğru trendeydiler belki.
Ama yanlış kompartımanda…
Bunu O’na da
hissettiriyorlardı işin kötüsü. Sevgiyi ille de çeşitlere ayırmasını
istiyorlardı ondan. “Aşk başka bir şey…” diyorlardı.
Sanki elbirliğiyle oyunu
bozmaya, ona aşkın hayatındaki asıl yerini göstermeye çalışıyorlardı. O ise tam
aksine, aşk ya da dostluk ya da kardeş, anne sevgisi diye ayırt etmeden tam bir
eşitlik hüküm sürsün istiyordu kalbinde. O parçası şimdiki kadar çok acımasın
diye…
Kucağındaki kediyi okşamayı
bıraktı birden. Madem yetmeyecekti ona verdiği sevgi kalbini acımaktan kurtarmaya,
ne diye oturuyordu ki burada? Sırf onun rahatı bozulmasın diye kalkmamıştı
bunca zamandır. Ama o ne yapmıştı miskin miskin kucağında uyuklamaktan başka?
Bir parça sıcaklık, şefkatten öte ne uyandırmıştı kalbinde? O’nu unutturabilmiş
miydi?
İlle de katıksız mı olmalıydı
bir duygu? Başka bir duygunun yerine geçip onu taklit edemez miydi? En azından
bir süre için…
Evet, âşıktı O’na. Ama freni
tutmayan bir arabanın yokuş aşağı sürüklenmesi gibi tamamen iradesi dışında, her
an paramparça olabileceğini bilerek… Yumuşak bir toprak parçası arıyordu, bir
parça çimenlik… Arabanın kapısını açıp kendini korkmadan atabileceği, acıtmayan
herhangi bir yer…
Ama hiçbir yer kabul etmiyordu
onu. Gelecekse kendileri için gelsin istiyorlardı. Onun kalbinde sadece acıdan
kaçabileceği bir sığınak olarak var olmayı reddederek…
Kedi acıkmış olmalıydı yine.
Bu bakış, bu dolanıp duruş başka şeye delalet etmezdi. Freni patlamış arabada sürüklenip
giden yanını koltukta bırakıp, birkaç yıl önce yolda bulduğu aç kediciği doyurmak
için eve getiren, sonra kıyamayıp dışarı salamayan o parçasıyla, yani en
sevdiği yanıyla usul usul ilerlemeye başladı ona. Farklı bir kompartımana…