IV.
Her şeyin bir dayanma
ve her insanın da bir tahammül gücü vardır.
Evliliğinin daha ilk
gününden beri tahammülsüzlük derecesinde acılı ve sıkıntılı, geçen
günlerindeyken ben de zavallı kadının karnında aynı derecede mutsuzluk ve
huzursuzluk ceninken kara bir bulut gibi kanıma ve damarlarıma girmiştir.
Kurulurken yıkılan bu evlilik çatısının enkazı altında dünyaya
gözlerini talihsizlikler içinde açan zavallı ben gelmişim.
Yıkılışı mukadder olan bir evlilikten geriye masum ve günahsız bir
bebek, talihsiz bir kadın, anne saltanatı ve sultası altında büyümüş iradesiz,
kişiliksiz ve kimliksiz bir baba, hırs ve hıncı tatmin olmuş bir zalim babaanne
vardır.
Genç kadın her şeyini yitirmiş ve perişan bir şekilde baba evine
döner. Zalim kaynana hıncını almış, arzusuna kavuşmuş, timsahın gözyaşları
görüntüsünde artık rahattır.
Bu zalim kadının ellerinde, anne sütüne ve sevgisine mahrum zavallı
ben…
Sevgi ve merhametinden mahrum, her insanın kişilik ve kimliğini
oluşturacak anne sütünden mahrumken ilk ayrılık acımasız ve zalim bir şekilde
beni karşılamıştır.
Acizliğime ve masumluğuma aldırmayan, oğlunun bedeninden gelen ben
bu zalim timsahın dişleri arasından bir türlü kurtulamadım. Belki köyde,
annemin sıcacık koynunda büyüseydim bu kadar olmazdı.
Olamazdı.
İlk çocukluk yıllarımı hatırlamıyorum. Bir itin koynunda mı yoksa
yılanın mı bilmiyorum ama bir öz ana koynunda büyümediğim bir gerçek. Aklımın ermeye başladığı ilk genç kızlık
yıllarımda yaşadıklarımın annemin başına gelenlerden hiç de geri kalır yanı
yoktur.
“İnsanın karakteri üzerine tesir eden kişilik ve kimliğini
kazandığı sıfır-yedi yaş arasıdır” derler. Ruhuma o yılarda kin, nefret,
intikam duygusu işlenmiş ki bir verem mikrobu gibi bütün ruhuma kök saldı sanki…
Kızlar okumazmış. Neden okumasınlar ki? İlkokuldan öteye
okutulmadım. Okusaydım belki kendimi kurtarırdım. Bir iş bulur çalışırdım. Bir
sütsüze kurban edilmezdim.
Kısır, sığ bir cahilliğe boğulmuş bir ailenin yanında sıra dışı,
hayata ve gerçeklere sırtını dönmüş gayesiz, çabasız bir hayat kime ne
verebilir ki?
Sevilmeyen, lanetlenen bir kadından doğmayı ben istemdim. Bunu ben
hak etmedim. Baba sevgisinden, ana şefkatinden mahrum olduğum bir kadının
kocasından neler beklerse onlardan da tamamen mahrumum.
Duygulanmıştı. Sesi
titremiş ve ağlamaya başlamıştı. Gözlerinden dökülen yaşları tutamıyordu.
Acıyan yüreğin semalarından göze ekelenen gözyaşları uzatılan beyaz
bir mendili ıslatıyordu.
Ay yükselmişti. Deniz üzerinde birden çıkan birkaç parça siyah
bulut, ayla bir o yana bir bu yana oynaşıyorlardı.
Günün sıcaklığı bir nebze gitmişti. Hafif bir rüzgârın serinliği
ortalığı biraz rahatlatmıştı. Geceye bir sığıntı gibi giren yakın
tavernalardaki müzikler de susmuştu.
Sahilde ki kalabalık
çekilmiş, kıyıda köşede arada bir sevdalıların karaltıları kalmıştı. Neşe hanım bir başka şarkısını okuyordu deniz
kenarında, gecenin koynunda acılar içinde ağlayan şu kadına gözyaşlarına inat.
“En sonunda ben buldum aşkı, derken”
“Bir zalimin elinde, oyuncak oldum.”
“Ölürüm aşkından, yaşayamam derken”
“Bir dönüp bakmadı, çekip giderken”
…
“Ne verdi ki bana dertlerden başka”
“Gencecik ömrümü çürüttü gitti”
“Belki de uslanır diye, beklerken”
“Bakmadı yüzüme, çekip de gitti.”
…
“Ben ne anlatayım ki
bak söylenen şarkı bile beni anlatıyor. Benim için yazılıp söylenmiş sanki.”
Ağlamaya devem etti.
Gözyaşları belki kaderini değiştirmeyecekti ama dökülen gözyaşları
bir anda olsa huzura kavuşturacaktı.
“Vedia hanım; İçindeki iyilikleri; ölene kadar sulamaya devam edin.
Dikenlerini görmezlikten gel ve her ruhta açmak üzere bir gonca gül vardır. Her
ilişki bir bahçeye benzer. Eğer yeşerip gelişmesini istiyorsan düzenli su
vermelisin. Güzel tohumlar ekmeli, otları ayıklamalısın.”
“Beyine gözyaşı borcunu “nasıl ödeyebilirim?” diye sordun mu? Gülümseme ile ödeyebilirdin. Mutluluk borcunu
dizlerine yatarak ödedin mi?”
“Güneşe ve
yağmura hasret, hiç yaşanmamış baharlara benzeyen saçlarında çaresizliğini sıra
sıra ördürdün mü?”
“Yürek
borcunu, gül kokusu sinmiş sıcacık ellerinde eritiverdin mi? Can borcunu, masum
titreyen ince dudaklarına hayat öpücükleriyle ödeyemedin mi?”
“Güneşe,
suya gerek yoktu. Gülümsemelerin bile yeterdi. Gül veren elde gül kokusu kalır.
Sevilen insan sevgisini insanlara veren insandır.”
…
Erdemli-270702
...
devamı var...