...
Minel böyle bir evliliğe dünden razıydı. Ama böyle ani bir
teklifi de hiç beklemiyordu. Şaşırmış, duygularını telaffuz edememiş, içinde
akıp giden tren kendinden yana makas değiştirmişti. Yaşanmakta olanları
görüyor, işi kendi akışına, neticeyi babasına bırakıyordu. Yüreğinde
katmerlenerek bu güne kadar gelen matemi silecek birini bulmanın sevinç ve
heyecanıyla babasının iradesine teslim oluyordu.
Suriye’deki zor şartlar altında babasının komutana yaptığı
teklif aklına geliyor, o anda her ne olursa olsun tereddüt bile etmeden ‘evet’
diyeceğini bilmesine rağmen aklına birbirinden farklı düşünce ve yaklaşımlar aklına
geliyordu. Her genç kızın olmazsa olmazları arasından olan gelinlik giymek bile
aklına gelmiyordu.
Korona denen bir mikrop yüzünden tüm düğün yerleri
kapanmış, insanların bir ortamda bulunmaları yasaklanmıştı. Düğünü ve gelinliği
aramıyor, kendini teslim edeceği, emin birinin olması yeterli geliyordu.
“Baba, sen nasıl münasip görürsen,” dedi.
“Ben senin komutanla evlenmeni münasip görüyorum. Hayırlı
olsun,” dedi. Adam ölmeden önce kızının birini ehline vermenin huzuru içindeydi.
Komutan cebinden çıkardığı iki yüzüğü; “Bu kadar aceleye ne
gerek var demeyecekseniz” diyerek, Yaşlı Adama uzattı.
Yaşlı Adam “Evladım, demir tavında dövülür,” diyerek,
sırayla yüzükleri onlara taktı. İkisi de yaşlı adamın elini öptü.
“Allah sizi bir yastıkta kocatsın. Huzur ve mutluluk
versin. Hayırlı evlatlar nasip etsin,” diye duada bulundu.
Minel ani bastıran sağanak yağış gibi, sevinçten gözlerinden
yaşlar döküldü. Allah sonunda dileklerini kabul emişti. Gözyaşlarını gizlemek
ve silmek için içeriye geçerken, doktor da aracının bagajından tatlı tepsisini
alarak mutfağa götürmüştü. Minel parlayan gözleriyle komutana baktı. O da
tebessüm ederek, dışarı çıktı.
Kapı önünü aydınlatan lambanın loş ışığı altında, Yaşlı Adam
“Komutan sen de bilirsin ki, şu virüs
veya mikrop yüzünden her yer kapalı… Bizim senden başka bir tanıdığımız da yok.
Senin de anne ve baban yok. Elbet akrabaların vardır. Gerisi senin takdirin!”
Korkut, geçmişte olup bitmiş, artık değiştiremeyeceği
olayların çoğunun kendiliğinden yolundan çekilip gitmesine fırsat ve imkân veriyor,
iç dünyasını sade tutmaya gayret ediyordu.
Minel tatlı tabaklarını masaya bırakırken, dualarının kabul
edilişinin verdiği sevinçle yanaklarında güller açıyordu. Elvin ve Aden’de
yaşanmakta olanları seyrediyordu.
Babalarının açıklamasıyla Elvin’inin yüreğini kıskançlık ve
kaybetmenin verdiği hüzün kaplamıştı. Bir insanı kazanmanın zaman meselesi, ama
kaybetmenin an meselesi olduğunu iliklerine kadar hissetmişti. Hayatta en
pahalı şey olan tecrübe değil miydi? Kaybetmeyi öğrenmesi bir hayli zaman
alacaktı. Kaybetme korkusu gelip çatmış, yüreğinde büyük bir yıkıma sebep
olmuştu. Dünya bile gözünde sıradanlaşıyordu.
Korkut, hayatın sürekli birbirini takip eden anlardan
oluştuğunu bildiğinden, geçmişe pişmanlık, gelecekten endişelenerek değil, anın
değer ve kıymetini bilerek, hayatın büyük kısmını boşa geçirmek istemiyordu.
Endişe, pişmanlık ve tedirginliğin insanı eski alışkanlık
kalıpları içinde hapis tutmasını kabullenemiyor, hayatın sorumluluğunu elde
tutmanın bilincini korumaya gayret ediyordu. Ne zaman canını sıkkın, olumsuz
düşüncelere dalmış olarak bulacak olsa, elinin altında bulundurduğu cesaret ve
doğru tavsiyelerde buluna kitaplardan birini alıp okumanın faydasını görmüştü.
Yalnızlığın, diğer adıyla annesiz ve babasızlığın verdiği
acı, sanki vücuduna bir haz gibi yayılıyordu. Hafif acıları konuşsa da, derin
acıları daima susmayı tercih etmişti. Istıraptan çok şey öğrenmişti. Acıyla
sınanmayan birinin konuşması kolay olurdu. Hem ıstırap çekmemiş biri
mutluluktan ve huzurdan ne anlayabilirdi ki?
Fazla vakit geçmeden kapı çalındı ve iki adam içeriye
girdi. Gelenler Korkut’un devre arkadaşları Tamer ve Cemal’di. Tamer; “Seni
almaya geldik. Acil gitmemiz gerekiyor,” dedi.
Korkut “Nereye?” dedi.
Tamer “Nereye gittiğimizin ne önemi var? Çağrıldık, göreve
gidiyoruz.”
Korkut; “Aç mısınız?” diye sordu.
Tamer; “Çantanı kapta gel…”
Korkut; “Minel, beylere tatlı ikram et…” diyerek odasına
çıktı. O hazırlanıp gelinceye kadar tatlılarını yemişlerdi. Korkut; “Ben göreve
çıkıyorum. Gidip de dönmemek var. Ben ararım sizi… Hakkınızı helal edin,” dedi.
Korkut vedalaşarak ayrıldı. Yaşlı Adam “Esas sen bize
hakkını helal et yavrum. Bizi merakta koyma, arada bir ara…” dedi. Minel ise
şaşkınlık içinde kalmış, “Yolun açık olsun, güle güle…” derken, söylediklerini kendisi
zor duymuştu.
…
Ant. 150420
...
Devamı var
...